Bu ifadeyi Hakan Günday’ın “Az” romanında gördüm.

Bir çocuğun, gencin büyürken nasıl uysallaştırıldığına dair.

Ve senaryosunu yazdığı “Uysallar” dizisini düşündüm. Oktay’ın sesini duydum: “Ben hiçbir şeye itiraz etmedim.”

Romanında şöyle anlatıyor yetişkin uysallığını.

İnsan doğar. On-on beş yıl sonra dünyanın nasıl bir tezgah olduğunu ve doğumla ölüm arasına nasıl hapsedildiğini fark eder. Bu aslında bir histir, bilgi değil. Ve ilk tepkisini verir. Avazı çıktığı kadar bağırarak… Kalabalığın kayıtsızlığı karşısında yavaş yavaş sesi kesilen yaygaracı, gerçeği kabullenir ve çevresindeki boşluğu insanlarla doldurur. Buna, büyüme denir. Yetişkin olma. Tam olarak, yetişkin uysallığı. Yetişkin uysallığının temeli, toplumun varlığını sürdürebilmesi için toplumdaki her bireyin bir boka yaraması gerektiği inancında yatar….

Gündelik hayatın koşuşturmasında bir işe yaramak. Neye yarıyoruz ki! Bize verilen şeyi yapmak, oradan oraya koşturmak ve kedimizi bir şey sanmak. Sanmanın ötesinde de kendimizi satmaktan başka. Durup da kendimize bir bakışımız bile yok. Ulan ben ne yapıyorum diye. Zaman, durmak, beklemek, bir şöyle içe dalmak usandırıyor, sıkıyor, bunaltıyor, boğuyor. Sonra yine koşturmaca, bir işe yaramaca düşleri. Hastalıklı bir koşuşturma hevesi, bir işe yarama hevesi.

  1. dem alması gerek ruhun, demlenmesi zamanda… Ve çocuk kalması, çocuk bakması.

Bugün hiçbir işe yarama mesela…