Hakan Yılmaz, "Dehlizde Giden Adam" başlıklı yazı kaleme aldı.

Dehlizde Giden Adam, Bilge Karasu’nun “Göçmüş Kediler Bahçesi” kitabındaki masallardan biri. Kitapta on üç masal yer alıyor.  

Dehlizde Giden Adam, bir yolun, yolculuğun, umudun, cesaretin, arayışın özgürleşmenin, kendi olabilmenin masalı. Arayış, kendini arayış, varlık, yaşam, yaşamın anlamı sorgusu. 

Adam, denizi çok seviyor. Onun için yaşam demek, yazın denize girmek, kışın ise denize gireceği ayları beklemek. Deniz onun için bir tutku nesnesidir, yaşamın anlamıdır diyebiliriz. Bir şeyin tutku nesnesine dönüşmesi, insanın hayatta ondan başka bir şey görememesine, düşünememesine, yaşayamamasına neden olabilir. Bu durum kişinin yaşama karşı körleşmesine yol açabilir. Bu durumu Elias Canetti’nin “Körleşme” romanında net olarak görebiliriz. 

Adam on dokuz yaşına bastığı yılın yazında gene denize gider. Kayalık bir adanın çakıllık bir kıyısına. Yüzer, çakılların üzerine uzanır, güneşlenir. Giyindiğinde ise hemen evine gitmez, kıyı boyunca dolaşır.  Çakıllığın sona erdiği yerde, tepeden yuvarlanmış, denizde parçalanıp ufalanmış koca bir kaya yığınına gelir. Yol yoktur. İçinde öteye geçme isteği duyar. Aklı, mantığı değil, yaşama isteği, duygusu, merakı ağır basar. Ayakkabısını çıkarır ve denizden yürümeye başlar. Kayalıklardan geçer, yürürken çok zorlanır. Bir ara dönmeyi düşünür ve fakat vazgeçmez. Kemerini çıkarıp ayakkabılarını, donuyla havlusunu bağlar, sırtına atar, yürümeye devam eder. 

Yolda bir kayanın arkasında küçük kovuğu görür. Kovuk bir mağara ağzına benzer. Delikten güçlükle içeri girer. Dehlizin ağzını geride bırakır. Dehlizin ucundan biraz ışık gelir. Işığın vurduğu yerde, bir yazı vardır, duvara “GİRMEYİNİZ” yazılmıştır. Yazı silikleşmiştir. Delikanlı, “belediye mi yazmış ola?” diye düşünür, sonra güler ve yürümeyi sürdürür. Girmeyiniz, bir yasağı ifade eder. Toplumun bize öğrettiği kuralları, normları, düşünceleri, anlamları gösterir. Belediyeyi düşünmesi ise kamuyu ifade eder. 

İnsan büyüdükçe normalleşir, merakı ve hevesi toplumsal yapı içinde azalır. Uyum süreci başlar. Bu ise insanı kendinden uzaklaştırır. Herkes gibi yapar. Fakat delikanlı büyük bir merakla, bu tehlikeli yolculuğa devam eder. Eve gitmeyi, vapura binmeyi, iskeleye inmeyi, çakıllığa çıkmayı unuturOnun tek düşüncesi dehliz kapanana kadar yürümektir. 

Dehlizde bir aydınlık görür. Işığa doğru yürür. Kayaya çakılı çelik bir levha vardır ve çok daha uzaktan gelen ışığı yansıtır. Çelik aynanın yanında, bir yazı daha görür, duvarın üzerinde: “GİRMEYEYDİNİZ” yazar. Delikanlının kafası rahat etmez. Yürüyecek, ışığın geldiği yeri, çıkışı, kapıyı, neyse bulacaktır. Gerçek ışığa varmak için yürümeye devam eder. Yorulur ve saatine bakar. Öğle vakti geçmiştir fakat saati on ikiyi gösterir. Biraz uyur. Tekrar bakar saatineYine on ikidir saat.

Karnı acıkır. Epey yürüdükten sonra ışıklı bir noktaya vardır. Karşısına bir yiyecek makinesi çıkar ve çok şaşırır. Deliğe para atar ve tepsinin içinde taze balık gelir. Bunu turist çelme numarası olarak yorumlar. Karnını doyurur ve yürümeye devam eder. Saati hep on ikiyi gösterir. Denizi hatırlar. Kayaları gördüğünde içi bir tuhaf olmuştur. Bu durumu anlamaya başlar. Denize baka baka çevresinde başka şeylerin varlığını unutmuştur. Kayalık karşısına çıkınca unuttuğu şeyi hatırlar. Ne zamandır boyutsuz, kimsesiz bir dünyada ilerlemekte olduğu düşüncesi yavaş yavaş kafasında, gönlünde, biçimlenir, bilinçlenir. Bir taraftan da korkmaya başlar. Korkusu, dehlizden çıkamamak, orada ölmek, ölmek korkusudur. Bir tarafta merakı, umudu, arayışı diğer tarafta ise korkuları vardır. O korkularının üstüne gitmeye karar verir. Kendini yola vurur. 

Yolda makineler, çelik aynalar, bir ışığı yansıtıp dururlar. Işık her bir yerden yansıyor. Yansımalar, yanılsamalardır, gerçek ışık değildir. Ama o gerçek olanı arıyor. Işık, yol, dehliz onun varlık nedeni haline geliyor. Acıktıkça da karşısına bir makine çıkar. Çok geçmeden para makinesi de karşısına çıkar. Bu makineler onun gerçeği görmesinin önündeki engellerdir.  Gündelik hayatın bize sunduğu rahatlıklardır. Bu rahatlık, konfor araçları bizim duyumsamamıza, düşünmemize, sorgulamamıza engel olurlar. Hatta yeri gelir bu araçlar amaçlarımız olur. Onlar için yaşar hale geliveririz. Geçek ışığı bulmak, aramayı sürdürmek ise zahmetlidir, zorludur, mücadele gerektirir. Toplumdan ve genelden bir kopuşu da beraberinde getirir. Bu da haliyle bir bedel ödetir insana. Toplumdan soyutlanma gibi. 

Delikanlının bildiği tek şey, yürümektir artık. Buraya niçin girdiğini, nasıl girdiğini hatırlamaz olur.  Yalnızca ışığa çıkmak için yürüdüğünü bilir. Çelik makinelerde yansıyan ışığa değil, gerçek ışığa varmak için yürür. Fakat dışarı çıktığında ise ne olacağını bilmez. Bilmediğinin, yani korkularını üzerine gider.  

Makineler seyrelmeğe başlar. Acıkır, ayakta duramayacak hale gelir, düşüp kalktıktan sonra ancak, bir yiyecek makinesine varabilir. Boğazı kurumadan, gözleri zonklamadan su makinesine de ulaşamaz. Hızlanır, koşar ama makineler hep daha uzaklaşır. Artık ışığa varmayı düşünmez olur. Ölmemesi için makinelere ulaşması gerekir. Ama makineler seyreldikçe ışık da artar. 

Bir daha uyuyup, uyanır. Işıkla birlikte hava, yel ve koku gelir. Çiçek kokusu diye bağırır. Uzun zamandır ilk defa kendi sesini duyar. Uzaktaki delik büyür. Işık geldikçe gözleri de kararmaya başlar. Bu sırada elini alnına götürür. Eline kan bulaşır. Duvarı yoklaya yoklaya yürür fakat eli boşlukta sallanır. Kör olduğunu anlar. Yel yüzüne çarpar. Ortalık çiçek kokar. Böcek vızıltılarını duyar. Işığa çıkmıştır artık. Yüzüne güneşin sıcaklığı değer. Denizden dalgaların sesi gelir. Bir kayaya el yordamıyla oturur. Sıcaklık içine doğru yayılır. Fakat içinde soğuk bir yer vardır hala, onu hisseder. Bu sırada “ölüler, içinden soğumağa başlar galiba,” der. Güzel, yürek buracak kadar güzel, gencecik yüzü yukarıda, ayakları bitişik, elleri kayanın iki kıyısına sıkı sıkı yapışmış, öylece kalır. 

Delikanlı dışarı, ışığa çıktığında kör oluyor. Bu aslında bildiğimiz, anladığımız bir körlük değil. Hakikati, gerçeği görmesi onu kör ediyor. Çünkü daha önce gördüğü şeylere benzemiyor. Hakikatin ışığı, bu ışığın yoğunluğu onu göremez hale getirir ki tam aksine görüyordur. Ölüm korkusu onu kendine getiriyor.  

Dehlizdeki korkusu, onun yazgısıdır. İnsan korkar. En çok da ölümden, ölmekten korkar. Çünkü bir bilinmezliktir ölüm. Fakat bu yazgıyı yani ölüm korkusunu bilmek yaşamı, yaşamayı bilmek demektir. Ölüm, yaşama anlamını verendir. 

Dehliz, onun dünyasıdır, yaşamıdır. Bu yaşamın içinde sorgulamadan yürürsek aslında hiçbir sıkıntı yoktur. Her şey güllük gülistanlıktır. Ne zaman ki merak başlar, işte o zaman arayış, da sorgulama da başlar. Gerçekliği, varlığı düşünmek ve anlamaya çalışmak gerekir. Bu meşakkatli bir yolculuktur. Düşe kalka, çarpa çarpa yürünen bir yoldur yaşam. Bu yolculukta insan önce yaşar, sonra varlığını anlamaya ve anlamlandırmaya gayret eder. Yolculuk, gerçek ışığı yani kendini arayıştır. Bu ışık insanı kör eder belki ama özgürleştirir. Bakışını zenginleştirip genişletir. Yaşama, anlama, görme isteğini artırır. Onu yaşam ile bütünleştirir, kendisi kılar.