Hakan Yılmaz, "Küçük Kız Momo ve Duman Adamlar" başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...

“Momo”, Michael Ende’nin masalı. 

Masal eski bir İrlanda çocuk şarkısının sözleri ile başlıyor. 

Karanlıkta ışığın parlıyor.

Nereden geliyor, bilmiyorum.

Çok yakındaymış gibi görünüyor, oysa o kadar uzak ki.

Bilmiyorum, adın ne.

Ne olursan ol;

Parla, parla küçük yıldız!

Parlayan o yıldız Momo’dur.

Momo, çalınmış zamanı insanlara geri getiren küçük kız çocuğunun masalı… 

Momo bir gün yetiştirme yurdundan kaçıyor ve kentin eski tiyatro harabelerine yerleşiyor. Kimsesi ve hiçbir şeyi yok. Bölgede yaşayanların getirdikleri ile karnını doyuruyor. Onların yardımıyla yaşıyor. Momo'nun oraya yerleşmesi şerefine adeta küçük bir şölen veriliyor. Bu yalnızca yoksul insanlara has candan ve gönülden bir şölen. Küçük Momo ve çevre halkı arasındaki dostluk böyle başlıyor. Zamanla çok güzel arkadaşlıklar ve dostluklar kuruluyor. 

Momo’nun olağanüstü bir yeteneği var; o muhteşem bir dinleyici ve bunun için oldukça bol zamanı var. Momo sessizce oturur ve anlatılanları pür dikkat, canı gönülden dinler. Karşısındakine iri, simsiyah gözlerini açarak bakar ve o kimse, kendisinin bile o ana kadar fark etmediği gizli kalmış düşüncelerini rahatça açıkladığını hayretle görür. Şaşkın, kararsız kimseler bile ona dertlerini anlatırken, birdenbire ne yapmak istediklerini bulurlar. Ya da çekingen yaratılışta biri, onun yanında kendini rahat ve konuşkan hisseder. Mutsuzlar, dertliler onun yanından ferahlamış ve rahatlamış olarak ayrılırlar. Momo herkesi, her şeyi dinler. Böcekleri, otları, yağmuru, hatta ağaçlar arasında dolaşan rüzgârı bile... Her biri onunla kendi dilinde konuşur, ona bir şeyler anlatır. 

Momo’nun zamanla iki candan dostu olur. Biri Beppo'dur, çöpçülük yapar. Ona göre, dünyadaki bütün terslikler aceleye getirilerek söylenmiş birtakım yalan yanlış sözlerden kaynaklanıyor. Diğeri ise Girolamo’dur, Gigi diye çağırırlar. "Turist Rehberi Gigi"dir. Gigi günün birinde zengin ve ünlü olmanın hayalini kurar. Ona göre kim isterse zengin olabilir. Fakat birazcık zenginlik için hayatlarını ve ruhlarını satanlar gibi de olmak istemez. 

Bir gün hayaletimsi topluluk “duman adamlar” ortaya çıkar. Bu duman adamlar örümcek ağı renginde gri elbiseler giyerler, duman renkli şık otomobillerle gezerler, her yere girip çıkarlar, ellerindeki not defterlerine bir şeyler yazarlar. Yaşamın içindeki büyük sır, zamandır. Zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri kalptir. Duman adamlar, Zaman Tasarruf Şirketi'nde çalışırlar. Her birinin kod numarası vardır. İnsanlara tasarruf hesabı açtırmak için uğraşırlar. Ve şunu söylerler:

Zaman Tasarrufu İyiye Doğru Gidiyor!

Gelecek, Zaman Tasarrufuna Bağlıdır!

Yaşamını Çoğalt-Zamandan Tasarruf Et!

Örneğin Bay Fusi, Duman Adamla görüştükten sonra, arkadaşı Daria'ya kısa, kuru bir mektup yazar. Bundan böyle vakit bulamadığı için gelemeyeceğini bildirir. Kuşunu bir kuşçuya satar. Annesini huzurevine yerleştirir. Onu ancak ayda bir görmeye gider. Kendi kararı zannederek, duman adamın bütün önerilerini yerine getirir.

Zaman tasarrufu yapanlar, eski tiyatronun oralarda oturanlardan daha iyi giyinirler. Daha çok para kazanıp, daha çok harcarlar. Fakat yüzleri asıktır, yorgun ve keyifsizdirler, gözleri de dostça bakmaz. Zamandan tasarruf edeyim derken aslında başka şeylerden mahrum kaldığının kimse farkında değildir. Yaşamlarının gittikçe daha tekdüze ve soğuk geçtiğini fark etmezler. Sadece çocuklar bunu görürler. Çünkü kimsenin onlara ayıracak zamanı kalmamıştır. Aslında insanlar zamandan tasarruf ettikçe, zamanları azalır. Kendilerine ve dostlarına ayırdıkları zaman kaybolur.

Bir gün Momo şu sesi duyar: "Günaydın. Ben, harika bebek Bibi kızım." Momo da "günaydın, benim adım Momo."  der. Bibi,  "ben seninim, benim yüzümden herkes seni kıskanacak" der. İnsan yeni şeyler alırsa canı sıkılmaz. Artık arkadaşlarına gerek yok. Bu sırada Duman Adam görünür ve Momo ile konuşur. Ona göre, yaşamda önemli olan, insanların bir yere gelmesi, bir şey olması, bir şeylere sahip olmasıdır. Kim ötekilerden daha öndeyse, daha iyi yerdeyse ve daha çok şeye sahipse, başka şeyler; dostluk, arkadaşlık, sevgi, saygı kendiliğinden gelir. Bunları söyledikten sonra Duman Adam kaybolur. Ardından yeni bir ses duyar Momo. "Beni İzle!" Bir kaplumbağa görür ve onun arkasından yürümeye başlar. Kaplumbağanın adı Kassiopeia’dır. Birlikte Hiçbir Zaman Sokağı’na girip, Hiçbir Yerde Evi’ne varırlar. Burada Hora Usta yaşıyordur. Hora Usta, Duman Adamların varlıklarını, insanların ömrünü tüketerek sürdürdüğünü söyler. Her insanın kendisine ait belli bir zamanı vardır. Ve bu zaman onda kaldıkça canlıdır, yaşar. Momo’ya beklemesini söyler: "Beklemeli yavrum, tıpkı bir tohumun toprak altında uyuması gibi. Başını dünyaya çıkarmadan önce bir güneş dönencesi süresi beklemesi gibi. Senin içinde de, sözcüklerin doğup olgunlaşması aynı sürede olur ancak. İster misin bunu?" "Evet" der Momo. "Öyleyse uyu!" der Hora Usta. Momo, derin ve rahat soluklar alarak uykuya dalar.

Aradan birkaç ay geçer. Gigi radyo ve televizyonda program yapmaya başlar. Haftada üç defa hikâyelerini milyonlarca dinleyiciye anlatır, çok para kazanır, zengin olur. Günün birinde, sadece Momo'ya ait olan bir hikâyeyi de anlatır. Bu da hemen yenilip yutulur ve kısa sürede unutulur. Gigi yalnız Momo için anlattığı bazı hikâyeleri de piyasaya sürer. Eski Gigi'den geride pek bir şey kalmamıştır. Ama o gene de günün birinde kendi kendisiyle bir hesaplaşma yapmaya karar verir. Bu sırada Duman Adamlardan birinin sesi gelir: "Sen bir hiçsin. Seni biz yarattık. Sen bir lastik balonsun. Seni biz üfleyip şişirdik. İçindeki havayı boşaltmamızı istemiyorsan bizi kızdırma. Yoksa sen gerçekten bugünkü yerine kendi önemsiz yeteneğin sayesinde geldiğine mi inanmıştın?" Sana bir akıl vereyim: Kendini fazla ciddiye alma!” 

Duman Adamlar şehirde işi daha da ileri götürürler. Onlara göre, çocuklar geleceğin hammaddesidir. Gelecek ise elektronik beyinlerin, uzay araçlarının çağıdır. Bütün bu makineleri kullanmak için bir teknisyenler ve uzmanlar kadrosuna gereksinim vardır. Çocuklar oyunlarla zamana boşa geçiriyor. Bu durum uygarlık için büyük bir kayıp ve gelecek kuşaklara karşı da bir suçtur. Bundan dolayı kentin her mahallesine birer çocuk deposu kurulur. Oyunları bakıcılar öğretir ve bu oyunlar hep yararlı bir hizmet şeklinde olur. Fakat çocuklar zamanla sevinmeyi, hayal kurmayı ve heyecanlanmayı unuturlar.

Momo bir gün uyanır ve kente döner. Gigi’yi arar ve bulur. Gigi artık istese bile geri dönemez. Ona göre hayattaki en tehlikeli şey, gerçekleşmiş hayallerdir. Gigi’nin artık hayal edecek şeyi kalmamıştır. Her şeyden bıkmıştır.

Duman Adamlar, insanlardan saatleri, dakikaları, saniyeleri tek tek toplamaktan bıkmıştır. İnsanların bütün zamanlarını birden almak isterler. Hora Usta bunu onlara vermek zorundadır. Dünyaya tamamen hakim olmak isterler. Fakat Hora Usta zamanı durdurur ve Momo’ya zamanı insanlara geri vermesi için görevlendirir. Momo elinde çiçeği, koltuğunun altında kaplumbağası ve gizemli Hora Usta’nın yardımıyla Duman Adamların karşısına çıkar ve zamanı geri alır. İnsanlara zamanlarını verir. Böylece insanlar yeniden zamanın, insanın, sevginin ve dostluğun kıymetini anlarlar. Büyük bir şenlik ile bunu kutlarlar.   

Momo, zamanın, insanın, dostluğun kıymetini bizlere yeniden hatırlatıyor. 

Yaşadığımız zaman, bir karmaşa ve hız zamanı. Bu zamanın içinde bir koşturmacadır gidiyor. Oradan oraya savrulup duruyoruz. Durmaya hiç zamanımız yok artık. Hızla geçiyoruz herkesin ve her şeyin yanından. Hırslarımız ve bu hız bizi tüketiyor. Uzun sohbetlere, yürüyüşlere, yollara, bekleyişlere hiç mi hiç zamanımız, tahammülümüz yok. Derine inememenin, insanı ve sevgiyi bulamamanın, duyamamanın sancısı bu. İçe dönememenin huzursuzluğu. Hızın ve koşturmacanın içinde boğulup gidiyoruz. Yaşamın hızı yakamızı bırakmıyor. O kadar teknolojik alet var ama bizim zamanımız yok. Her yere, her şeye yetişmeye çalışıyoruz. Yaşam telaşlarımız, hep bir yere yetişme kaygılarımızla akıp gidiyor. Zihnimiz hızlanıp sürekli konuşuyor, susmuyor ki kalbimizin sesini duyabilelim. Zamanımızı belirleyen yeni düşünceler değil, yeni yeni nesneler. Yalnızca nesneleri görüyor ve duyuyoruz. Bu nesneler hem zamanımızı hem de bizi için için tüketiyor. 

Elias Canetti’nin “İnsanın Taşrası” adlı eserinde dediği gibi; “her şey, daha çok zaman olsun diye hızlandı. Zaman ise gittikçe azalmakta.”