Hakan Yılmaz, "Duvarların Yıkılışı" başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...

“Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı” bir Bilge Karasu kitabı. Kitapta üç öykü/metin yer alıyor. Bu öykülerden Ada’da ve Tepe’de; Andreas, İokaim ve Andronikos adlı üç keşişin yaşadıkları anlatılıyor. 

Ülkede kiliselerdeki resimlere yasak getirilmiştir. Bu yasak ile birlikte üç keşişin yaşamları değişikliğe uğrar. Bu yeni inancı kabul edenler de olur, eski inanca bağlılığını sürdürenler de. Andreas kararı sorgulamadan kabul eder. İokaim de önce inancıyla yüzleşmez ve kendisini sorgulamaz, yıllar sonrasında ise pişmanlık yaşar. Andronikos ise manastırdan kaçar ve bir Ada’ya gider. Andronikos bir süre sonra manastıra döner ve öldürülür. İokaim, Andronikos’un öldürülmesinden yıllar sonra kendini sorgulayacaktır. Kendi ile hesaplaşmak için her akşam Avintus tepesine tırmanacaktır. 

Manastırdan ayrılan keşişler kendi benliklerine ulaşmak için kendileri ile yüzleşirler. Ada ve Tepekeşişlere kendileri, var oluşları üzerine soru sormayı öğretir. Keşişler bir benlik arayışına koyulurlar. Yaşam, ölüm, yaşamın ve ölümün anlamı, inanç, kaçış, baskı, korku gibi kavramları düşünürler. Keşişlerin toplum düzeninden uzaklaşarak yalnız kalmaları, kendi iç dünyalarına dönüşleri bir birey olabilmelerini, özgürlüklerini sağlar. Her şeyi kabul etmeden önce düşünmeyi ve sorgulamayı.  

Andronikos manastırdan kaçar ve Ada’ya doğru bir yolculuğa çıkar. Bu onun seçimidir. Ada’dan döndüğünde öldürüleceğini bilir. Ada’da, yol boyunca, yürüyüşleri sırasında düşünür, varlığını ve inancını sorgular. Bu kendini arayışı ve kendine yaptığı bir yolculuktur. Ada’da yaşam, ölüm, inanç ve sevgi üzerine düşünür. Bunların anlamlarını sorgular. Kitapta şöyle anlatılıyor:  

“Anlamaktan sonra gelen bir hal vardı: Kavramak. Anladığının bütün ağırlığını beyninde duymak, ellerinde kollarında, damarlarında duymak.” 

Bilge Karasu, Altı Ay Bir Güz kitabında şunu yazar: Bilgi dediğin, edinilir. Yaşamadan bilgi edinildiğini işitmedim ben. Kitaplar olsa olsa, edindiğimiz bilgiyi denetlemeye yarar. Yazıyı, resmi, musikiyi, yaşamamın amacı yapmadım hiç. Çalgı çalıp söyledimse, bu işi yapmayı yaşadım. Yazmayı da, resim yapmayı da… Benim sanatım, yaşamak. Anlamak ve sonrasında kavramak ancak yaşayarak mümkündür. 

Andronikos kendi gerçekliğini arar. Ve bu arayışı sadece anlam düzeyinde değildir, yaşayıp anlayarak yol alır. Bu yolculukta, Andronikos’un kendi olma, kendi yolunda yürüme ve kendi yaşamını belirleme çabasını görürüz. Ada ona böyle bir imkan sunar. Çünkü Ada’nın dört tarafı denizle çevrilidir. Dış dünyadan ayrıdır. Böylece Andronikos yalnız kalabilir ve kendini dış dünyadan koruyabilir. Kendi ile baş başa imkanını bulur. Birey kendi yolunu arar. Bunun için de her şeyi kendi gözleriyle görmeye çalışır. Bu arayış ancak onun yalnız kalması ile olur. Octavia Paz, “insanoğlunun kendini arayıp bulması, yalnızlığının bilincine varmasıyla gerçekleşir” diyor.     

Birey (metinde Andronikos olarak) içinde yaşadığı zamanın ve toplumun genel değerlerini sorgulamaya başladığında, bir kopuşa doğru adım atar. Özgürlük bu kopuşla birlikte gelir. Bu kopuş beklenmedik bir anda gerçekleşir. Bu durum bireyi kaçışa götürür. Andronikos için tek yol kalır, kaçmak, gitmek. Kendini de, başkalarını da aldatmayacağı, aldatmak zorunda kalmayacağı bir yere kaçmak, bir yere gitmek ister. Ona öğretilen ve sonrasında yönetim tarafından değiştirilmeye çalışılan inancı sorgular ve Ada’ya kaçar. Kaçtığı zaman önce ne yapacağını bilemez. Metinde bu durum şöyle anlatılıyor: 

“İnce bir yel ürpertiyor şimdi Andronikos’u; adadan getirdiği bir çam uğultusu ile, bir çam kokusu ile ürpertiyor onu. Ne zamandır böyle bir koku gelmemişti burnuna. Yeni, Andronikos’un böyle yeniliklerle oyalanacak vakti yoktu oysa. Canı oyalanmak istiyor. Ama vakti yok. Olmamalı.” 

Andronikos yeni bir durumun içindedir, bu onda bir şaşkınlık ve bilinmezlik yaratır. Kafasında birçok soru oluşur. Çam kokusunu fark eder. Aslında gerçekten yaşamaya başlamıştır. Bu yeniliklerle oyalanmak için vakti olmadığını düşünür. Bu yenilik ve belirsizlik durumu onda önce kaygı yaratır. Bu durumda umarsızlık ve boşunalık (hiçlik) duygusu oluşur. Albert Camus buna dekorların yıkılması diyor. Jack London, çıplak gerçek, Herman Hesse ise yalın gerçek ifadesini kullanıyor. Hasan Ali Toptaş Gölgesizler romanında şunu yazar: “…bir an irkilecekti. O bir anlık irkiliş miydim ben? Ya da insan, bir anlık irkilişten doğmuyor muydu zaten, macerası o noktadan başlayıp gelmiyor muydu?” Duvarların yıkıldığı yerde beliriveren bu anlık irkilme, bir kendine gelme halidir. 

Camus, Sisifos Söyleni’nde şunu ifade eder: “Dekorların yıkıldığı olur. Yataktan kalkma, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve aynı uyum içinde salı çarşamba perşembe cuma cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol. Yalnız bir gün "neden?" yükselir ve her şey bu şaşkınlık kokan bıkkınlık içinde başlar. "Başlar", işte bu önemli. Bıkkınlık, aynı zamanda bilincin devinimini başlatır. Onu uyandırır, gerisine yol açar. Gerisi, bilinçsiz olarak yeniden zincire dönüş ya da kesin uyanıştır.” 

Andronikos’un karşılaştığı yenilikler ona başta oyalanmak gibi gelir. Sonrasında ise bu yeniliklerin özgürlük olduğunu anlayacaktır. Onun özgürlüğe giden yolu meyinde şöyle anlatılıyor:  

“Elleri özgür. Ne zamandır elleri böylesine özgür değildi, olmamıştı. Ya haç vardı, ya resimler; ya buhurluk ya da körlerin, topalların, çocukların elleri, ağızları, dudakları; mumlar ya da İnciller, tespihler... Silkiniyor.... Kayalar dik. Tırmanamaz. Tırmanmak şart. Yol açmak şart. Kıyıda kalamaz. Tepeye çıkmalı. Tepeye muhakkak çıkmalı. Tepeye çıkmak için bir yol bulmalı, bir patika açmalı.

Andronikos özgürlüğünü fark eder. Ona dışarıdan verilenleri bırakır. Tepeye çıkmaya çalışır. Bunun için de bir yol, patika açmayı düşünür. Yolu kendi açacaktır çünkü özgürdür. Bu yol, kendine giden yoldur. Kendine doğru bir yol açacaktır. Tüm o eski yolları bırakarak yeni bir yola koyulacaktır.  

Ve şunu söyleyecektir Andronikos:

Sevginin, kurmanın, yapmanın, sözü değil, kendi gerek; yaşanması gerek bunların.... Sözlerden ördüğü tükenmez bir ipi boğazına dolaya dolaya tükenmişti Andronikos. Sözlerden sıyrılarak yaşamaya, sevginin, yapmanın kendisine adım atar. Soyuttan somuta, kuramdan yaşama doğru yol alır.  

Tepe’de ise Andronikos’un manastırdan kaçışından elli yıl sonrası anlatılıyor. Andronikos, kendi namusunu korumak üzere manastırdan kaçmıştır. Bunun için de dönmüş, kendi namusu için ölüme katlanmıştır. Döndüğünde öldürüleceğini bilir, bu nedenle Andronikos’un ölümü bilinçli bir eylemdir. Andronikos düşünceleri ve yaptıkları yüzünden acı çekmeyi, eylemini vicdanıyla bağdaştırmayı bilmiştir. Fakat İoakim böyle bir şeyi, işkence görmeyi göze alamamıştır. Andronikos, İokaim’in gözleri önünde öldürülmüştür. İoakim, Andronikos’un ölümüne sessiz kalmıştır. Bu nedenle İokaim, yeni inanışı sorgulamaya başlar. Sahibi olduğu tilkisini de öldürmüştür. Bu yaptıklarından pişmanlık duyar. İoakim yıllar sonra kendisiyle bir hesaplaşmaya girer. Hayatının sonuna gelmiştir. Her akşam Avintus tepesine tırmanır. İoakim de kalabalıklardan gittikçe uzaklaşır, kendini ve geçmişini sorgular. Bütün duvarları yıkılır. Yılların geçişiyle artırdığı, pekiştirdiği bütün duvarları yıkılır. Tam bu anda da yıkılan duvarların ardına güneş dolar. 

Elias Canetti, Sözcüklerin Bilinci’nde bu durumu şöyle anlatır:

“İnsan, ödünç aldığı araçlarla yine ödünç ve yabancı olan, yani başkalarına ait olan toprağı kazmaya başlar. Sonra ansızın kendini, tanımadığı bir şey karşısında bulduğunda, korkar ve sendeler: İşte bu bulduğu kendi özüdür. İlk korkulu sendeleşin ardından kendine gelip, tanıyabilmek ve anlamlandırabilmek yürekliliğini gösterebilirse, işte o zaman gerçek yaşamı, kendisine ait olan yaşamı başlar.” 

Andronikos’un ve İoakim’in dekorları, duvarları yıkılır. Bu anda bir korkuya kapılırlar. Titremenin ve sendelemenin ardından kendine gelirler. Cesaretle, yüreklilikle bu korkunun üzerine giderler, kaçarlar, uzaklaşırlar, yalnız kalırlar. Kendileri ile bir hesaplaşmaya girerler. Düşüncelerini, eylemlerini sorgularlar. Vicdanlarıyla yüzleşirler. Bunun sonucunda kendilerini görürler. Yıkılan dekorların, duvarların, yüzleşmenin, arayışın ardından güneş doğar ve kendileri, kendilerine ait olan yaşamları, özgürlük çıka gelir.