Hakan Yılmaz, "Ben!!!" başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...

Farkında mısınız? 

Her söze “ben” diyerek başlıyoruz. Her şeyin başına bir ben ekliyoruz. Ben şöyleyimler, ben böyleyimler, ben düşündümler, ben yaptımlar, ben başardımlar, ben, ben, ben… Daha da ötesi sen kimsinler? Sen de kim oluyorsunlar… 

Ne kadar sıkıcı ve bunaltıcı! 

Bu ben dediğimiz kimdir, nedir, ne yapar, nasıl yaşar? 

Ben denilen, dediğimiz, bu koskoca evrende yalnızca bir zerre, bir kum taneciği. Ama yok ben o kadar büyük ki hiçbir yere sığamıyor, sığdıramıyoruz. İçimizi benle doldura doldura şiştik, davul gibi olduk. Öyle şişine şişine geziyoruz. Bir havalar bir havalar. 

Ben diye bas bas bağırıyoruz avazımız çıktığı kadar. Ama kimse de duymuyor. Çünkü herkes bir ben, bir bağırma sevdasında. Sessizlikse çok uzaklarda. Bir uğultudan ibaret sesler. Kuru bir gürültü uğulduyor ortalıkta. Ben ise her yerde ama yok! 

Ben uğultuların ortasında ufalanmış, parça pinçik bölünmüş, kırılıp dökülmüş, dağılmış, saçılmış bir halde. Uyuşmuş, donmuş kalmış, hareketsiz, adım atacak hali bile yok. Anca bağırıyor da bağırıyor. Kendi sesi de gitmiş, sesi yok, kendi yok, sadece bir görüntüden ibaret. Herkes gibi herkes, ben gibi benlerle dolu. 

Usanmış, bıkmış kendine söyleyemiyor. Başkalarına çatıyor. Durup da kendine dönemiyor, içini unutmuş, ruhunu kaybetmiş, ben, ben diye diye. Kibirle üflenip şişirilmiş bir balona dönmüş.

Ben gösteriliyor her yerde. Ben yedimler, ben içtimler, ben gittimler, ben gördümler, ben eğlendimler, bak ben ne kadar da mutluyumlar! Bir panayırın ortasında benler oyunu. “Ben” melodramı tek perde. 

Sadece ben varım. Beni izleyinler, bana bakınlar, beni görünler diye yırtınmalar, sayıklamalar, hezeyanlar.

Ben güçlüyümler, bana bir şey olmazlar, ben sana gösteririmler. Güçlü olmak da neyin nesi? Karşındaki ben’i yok saymak, görmemek, sesini duymamak oldu güçlülük. 

Güçlü olmak deyince Tarkovski’nin “Stalker” (İz Sürücü) filmindeki şu sözleri düşündüm: “Güçsüzlük muhteşem bir şeydir ve güç hiçbir şey. İnsan doğduğunda güçsüz ve uysaldır. Öldüğünde ise katı ve duyarsızdır. Bir ağaç büyürken hassas ve esnektir ama kuruduğunda ve sertleştiğinde ölür. Sertlik ve güç ölümün refakatçisidir. Uysallık ve güçsüzlük, varlığın canlılığının dışavurumlarıdır.” Katı olan, ben ile dolu olan her şey buharlaşır. 

İhsan Oktay Anar "Puslu Kıtalar Atlası"nda; biz taşlar kadar güçlü, bir o kadar da cansızdık… Ah! Keşke dünyayı senin gibi seyredip, senin ona baktığın gibi bakabilseydim. Oysa ben ona bir güç malzemesi olarak bakıp onda kendi karanlığımı gördüm” diyor. Meşa Selimoviç ise “Derviş ve Ölüm” romanında; “her şeyden sıyrılıp çocukluğuma dönmüştüm…. Her şeyi yapabilecek bir sevginin koruyuculuğunda, güçlü olmak gereğini duymadan, şahane bir güçsüzlük içindeydim” diyor. 

Güçlü olmak neye yarar? Bir insanın sıcaklığını ve sevgisini hissetmediğinizde, o duyguyu tatmadığınızda yaşamanın bir anlamı var mıdır? Adalet Ağaoğlu, hayatın kendini beğenmişlik değil, alçakgönüllülük istediğini söyler. Amin Maalouf da “Afrikalı Leo” romanında şunu yazar: “Bir buğday tarlasında kimi başakların dik durduğunu, kimilerinin de boyun büktüğünü görmüyor musun? Dik duranların içi boştur.” Hermann Hesse, “Siddhartha” romanında şöyle seslenir: "Biliyorsun yumuşak sertten güçlüdür, su kayadan güçlü, sevgi zorbalıktan güçlüdür." 

“Biz” kalmadık artık, varsa yok “ben.” Halbuki biz, hani uzun zamandır unuttuğumuz tevazudur, alçakgönüllülük, yalınlık, gösterişten uzak olmaktır. İhtiyacımız olan güç, cesaret değil, sadece tevazu. Biz, ben’in benlik duygusundan arınmasıdır. 

Sen benim kim olduğumu biliyor musun? 

Peki sen, kendin, kim olduğunu biliyor musun? Yani haddini!!!

İnsan olmak bir had meselesidir. Kendini bilmektir.