Afyon Postası yazarı Hakan Yılmaz, "Ah! Kimsenin Vakti Yok!" başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...

Gülten Akın, “İlkyaz” şiirinde; 

“Ah, kimselerin vakti yok

Durup ince şeyleri anlamaya” diyor.  

 

Zaman, yaşam, anlam hızda boğuluyor. Bir hengamenin ortasında, oradan oraya koşuşturup duruyoruz. Sürekli bir telaş durumu var. Durmaya hiç vaktimiz yok artık. Durup bakmaya, görmek istemeye. Hızla geçiyoruz her şeyin yanından. Hız, bizi tüketiyor. Ve sesler her yerden gelen gürültüler. Uzun muhabbetlere, yürüyüşlere, yollara, bekleyişlere hiç mi hiç zamanımız yok. Derine inememenin, insanı bulamamanın, sessizliği duyamamanın sancısı bu. İçe dönememenin huzursuzluğu. 

Derinlik kalmadı yüzeyde boğuluyoruz. Her şeyin tek porsiyona dönüşmesinin kurbanları oluyoruz.   

1999 yılı yapımı Fight Club (Dövüş Kulübü) filminde geçen şu replik yaşadığımız zamanın bir özeti: “Gittiğim Her Yerde Tek Porsiyon Hayat Var. Tek Porsiyon Şeker, Tek Porsiyon Krema, Tek Porsiyon Tereyağı. Her uçuşta tanıştığım insanlar, tek porsiyonluk hayatlar…”

Her şeyin tek porsiyona dönüşüyor. İnsan daha çok hız istiyor ve hızlandıkça kendini yok etmeye doğru gidiyor. Nesneler tek kullanımlık olarak üretiliyor ve tüketildikten sonra atılıyor. Nesnelerin bu şekilde kullanımı insan yaşamına da yansıyor. Nesnelerin belirlediği bir yaşamın ortasındayız. Sadece nesneleri görüyoruz. Onları da bir görüp bir görmüyoruz. Çünkü gözümüzün önünden çok hızlı geçiyorlar. Hayatımızda çok seçenek varmış algısı yaratılıyor. Bu seçeneğin seçeneksizliği. Çünkü her şey birbirine benziyor. Bizler de öyle. Ve kayboluyoruz seçeneklerin ortasında. Uzun süreli şeyleri yapmak mümkün değil artık. İnsan çok çabuk sıkılıyor, bıkıyor, usanıyor. 

Görüntü ve iletiler hiç kesintiye uğramadan çok hızlı bir şekilde akıyor. Bize hemen beğen, hemen paylaş, git, koş, satın al, daha hızlı, daha hızlı diyor. Oysa algılamak için durup bakmak, bakış açısını seçmek gerek. Yaşamımızdaki bu hızlanma, her şeyi bulanıklaştırıyor. Bu nedenle de hem kendimizi hem de çevremizi, dünyamızı algılamakta, anlamlandırmakta ve kendimize özgü bir bakış açısı geliştirmekte zorlanıyoruz.

"Çürümenin Kitabı”nda Cioran, Nerede tükettin ömrünü? diye sorar. “Bir hareketin hatırası, bir tutkunun işareti, bir maceranın pırıltısı, güzel ve firari bir cinnet- geçmişinde bunların hiçbiri yok; hiçbir sayıklama senin ismini taşımıyor, seni hiçbir zaaf onurlandırmıyor. İz bırakmadan kayıp gittin, senin rüyan neydi peki?

Bizler hayatımızı hızın içinde, nesnelerin ortasında tüketiyoruz. Aslında hızlandıkça ve nesneler çoğaldıkça, kendimizi tüketiyoruz. İnce ve derin şeyler çok uzaklarda.  Her şey, daha çok zamanımız olsun diye hızlandı ama zaman ve bizler gittikçe azalıyoruz, tükeniyoruz. 

Behçet Necatigil’e kulak verelim:

Siz geniş zamanlar umuyordunuz

çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek 

Yılların telaşlarda bu kadar çabuk

Geçeceği aklınıza gelmezdi…