Afyon Postası'ndan Prof. Dr. Cantürk Kayahan, "Erbakan'ı Anlamak" başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...

“Bir Çiçekle Bahar Olmaz ama Her Bahar Bir Çiçekle Başlar” ~Necmettin Erbakan~

Oldum olası biyografik yazılar hoşuma gitmiştir. Ancak konu ile ilgili yazabilmek, o kişiyi tanımayı, özümsemeyi ve doğru yorumlayabilmeyi gerektirir. Benim açımdan Erbakan hocanın hayatının belli bir dönemini yazabilmek ise kolay değil. Tarafsız ve objektif bir bakışla Erbakan’ı anlamak isimli yazımı kaleme alma nedenim ise, ülkemizin politik çıkmazlarında ipuçları oluşturabilmek içindir. Aslında Erbakan hocayı “verimli bir tarlaya” benzetebiliriz. Çünkü yetiştirdiği birçok değer, bugün şehirlerin ve ülkemizin yönetiminde yer almış ve hizmet etmişlerdir. Dolayısıyla Erbakan hocam akademik kimliği yanında politik bir eğitimcidir. Bu, her lidere nasip olmayacak bir sermayedir. Uzun zaman önce hatırlarsanız “sermaye önemlidir” demiştik. Sermaye önemlidir bilhassa bu sermayenin doğru yerlerde istihdamı ise en önemlisidir. Bu konu gerçekte Türkiye’nin kalkınamama sorunudur ve yüzyıllardır çözülememiş en önemli politik düğümlerden birisi haline gelmiştir. Halbuki liyakat sahibi insanların elinde neler neler olabileceğini hayal edebilmek çok zor değil. 

Erbakan Hoca, Türkiye demokrasisi için önemli olan 29 Ekim’de dünyaya gelmiş ve bu durumu “Cumhuriyet Bayramı’nda doğmak insanı memnun eden bir husustur. Çünkü Cumhuriyetin kendisi bir doğuştur” biçiminde ifade etmiştir. Bu ifadeden hareketle Erbakan hocamın hazır cevaplığı ve bu cevapların yerinde kullanılışı ona politik alanda tebessümle bütünleşen bir yer de vermiştir. Örneğin bir gün meclis oturumunda onu hayalcilikle eleştiren Rahmetli Başbakanımız Ecevit’e “Hayal pek kıymetli bir şey. Esasen kendileri şair oldukları için hayalle iç içedirler” cevabı vermiş ve Ecevit dahil tüm milletvekillerini gülümsetmiştir. Bugün siyasilerimizin ve onları örnek alacak insanlarımızın da ihtiyaç duyduğu “politik dil” belki de budur. 

Babasının Ağır Ceza Reisi olması nedeniyle eğitim hayatına Kayseri’de başlamış ve Trabzon’da tamamlamıştır. Üniversite hayatına ise İTÜ, Makine Mühendisliğinde başlamış, birincilikle bitirmiş ve asistan olarak üniversitede çalışmıştır. Asistanken gittiği Almanya Aachen Üniversitesi, mesleki gelişimi açısından ona önemli katkılar sağlamıştır. Özellikle “Tank Motorları” üzerine yaptığı çalışmalarla uluslararası bir saygınlığa da ulaşmıştır. TOBB Genel Sekreterliğine de seçilen Erbakan’ın siyasi hayatı, bundan sonra başlayacaktır. Son zamanlarda siyaset kurumuna gençlerimiz başta olmak üzere birçok kesimden ilgi görüyoruz. Ancak “milli görüş” hareketinin öncüsü Erbakan hocamızın kariyer adımlarına baktığımızda siyasi adımlarının çok sonraları geldiğini görüyoruz. Gençlerimize de öncelikle kendilerini gerçekleştirebilecekleri girişimlere ve kariyer gelişimlerine odaklanmalarını, meslek seçimlerini doğru yapmalarını tavsiye edebiliriz. Böylece toplumun nitelikli meslek oluşumunun ve bilincinin yakalanabileceğini de belirtebiliriz. Özellikle siyasetçilerdeki liyakata dayanmayan özgüvenin, ilerleyen dönemlerde hem kendilerine hem de ülkelerine fayda getirmeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.   

Erbakan’ın dava inancı ve dünya görüşü, siyaset arenasında kabulünü zorlaştırıyordu. Bunun üzerine o da Konya’dan bağımsız milletvekilliğine aday olmuş ve seçilmiştir. Seçim çalışmaları sırasında onu “İyi de bir çiçekle bahar olmaz ki" yorumlarıyla eleştirenlere, "Evet, bir çiçekle bahar olmaz ama her bahar bir çiçekle başlar" ifadesini kullanarak siyasette tarihi bir dönemeci başlatmıştır. Arkadaşlarının “hayatının yarısı namaz; yarısı proje” biçiminde tanımladıkları Erbakan, güçlü manevi kimliğini siyasi arenaya da taşımıştı. 1970 yılında Milli Nizam Partisini 17 arkadaşıyla kurmuş ve milli görüş çizgisinde “kapitalizmi ve batıyı eleştirmiş; Filistin davasını öne almış; Siyonizm kavramını tartıştırmış ve ahlak-maneviyat gibi değerleri” bugün de politik kamuoyunda ön planda olan kavramlar haline getirmiştir. 1974’deki başarılı Kıbrıs harekâtı sonrası “Mücahit Erbakan” olarak da anılmaya başlamıştır. 

Politik mücadelesinde kurmuş olduğu Milli Nizam (1970), Milli Selamet (1972), Refah (1983) ve Fazilet (1997)partilerinin kapatılması üzerine Erbakan, Millî Görüş düşüncesinin beşincisini 2001 yılında Saadet partisi olarak kurmuş ve "Atımızı alan yolumuzu da almadı ya" ifadesini kullanarak siyaset dünyasında "dava" düşüncesini yeniden canlandırmıştır. Erbakan’ın 1973’de % 11,8 oyla 48 millet vekili çıkarması sonucunda; Ecevit ile birlikte kurduğu koalisyon hükümetiyle birçok fabrikanın temeli atılmış ve ağır sanayi hamlesi başlatılmıştır. Bu dönemle birlikte Erbakan’ın sanayici kimliği daha ön plana çıkmıştır. 1995 yılı Onun için ikinci bir kitlesel başarının yolunu açmış ve aldığı % 21,3 oyla 54. Refahyol Hükümetinin Başbakanı olmuştur. Bu dönemde Onun, siyasi söylevlerinde “Adil Düzen” ifadesi ön plana çıkmıştır. Özellikle ODTÜ’de öğrencilerle bir araya gelmesi ve adil düzene dayalı ekonomik modelini anlatması, kendisine yönelik saygınlığı artırmış, bugünkü siyasilerin bile sahip olamadığı ve gerçekleştiremediği bir özgüven vermiştir. Adil düzen anlayışı; huzur ve barış, hürriyet, adalet (millete hizmeti esas alan düzen), insanların refahı ve itibar sahibi insan (izzet, şeref) odaklı beşli bir ilkeye dayanmaktaydı. 28 Şubat süreciyle birlikte kapatılan partisi ve yenilikçi kanadın özgürlüğünü ilan etmesi, onu tekrar politikada muhalefet olma sürecine itmiştir. 2011 yılında vefatıyla birlikte Erbakan, gönüllerde yaşayacak ancak öğrencileri onun birçok hayallerini başaracaklardı. 

Sonuç olarak sizlere Erbakan hocamın çok az faniye nasip olacak doluluktaki hayatını ve yaşadığı düğümleri kendi penceremden özetlemeye çalıştım. Bugün hayatta olsaydı eminim yeni insanları yeni düşüncelerle tanıştırabilirdi. Çünkü onun siyasi anlayışı inandığı manevi değerlerle bütünleşmiş ve “adalet, ahlak ve mücahitlik” temelinde şekillenmiştir. Ancak ilkelerine sarsılmaz bağlılığı, kitlesel bir hareketin yaşanmasında Onu ve partisini sınırlamış ancak insanların gönlünde inanılan ve güvenilen bir değer oluşturmuştur. İyi ki de öyle olmuş, aksi takdirde pragmatist bir kişiliğe sahip olsaydı; ölümüyle birlikte savunduğu politik görüş ve değerler de yok olup gider; ben de bu satırları muhtemelen yazmamış olurdum…