Başak Nakilcioğlu, "Sis Bulutları" başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...

Birçok şeyi unuttuğum, hatırlamakta zorlandığım bu dönemde yıllar önce okuduğum romanları tekrar okumak, hatırlamanın çok keyifli bir yolu. Adeta kendine yolculuk gibi.  İnsan o romanı hatırlamakla kalmıyor, o yıllardaki kendini, okuduğu dönemi de hatırlıyor. Üstünde düşünür sorgularsanız, romanı okuduğunuz yılları ve şimdiki zamanı yan yana getirebiliyor, nelerin değiştiğini ya da aynı kaldığını görebiliyorsunuz. Ben de bir arkadaşımın önerisiyle tekrar okuduğum Halide Edip Adıvar’ın “Ateşten Gömlek” isimli eserinde ve sonrasında çok farklı noktalara dikkat kesildim.

Sinekli Bakkal’la 1908’e kadar II. Abdülhamit dönemi, Ateşten Gömlek ve Türk’ün Ateşle İmtihanı ile Kurtuluş Savaşı ve hemen sonrasını yaşadım. Bir Dinozor ’un Anıları ile Kurtuluş Savaşının hemen ardından hatta biraz öncesini de alarak, yakın tarihimizi ve Mustafa Kemal Atatürk’le olan anılarıyla Mustafa Kemal Atatürk’ü, sanat dünyamızın en önemli isimlerini tanıdım. Okuduğum eserlerin yazarları; Halide Edip Adıvar’ın ve Mina Urgan’ın düşüncelerini kaleme alış biçimleri, kimlikli kişilikli duruşları, yaşamlarını kimlikleri üzerinden aldıkları özgür seçimlerle belirlemeleri, kendilerini ifade ederken samimiyetleri o kadar güzel ve örnek alınası ki. Üniversite sınavlarında edebiyat sorusu olarak değil, sadece bu yönleriyle ders olarak okutulmalı, çalışılmalı bu yazarlar.

Romanlarında, anılarında dünyalar kurarken, kendilerini ifade ederken ve hayatlarını yaşarken; cesur, özgür ve aynı oranda zariftiler. Onların kişiliklerini, romanlarını ve anılarını düşünürken, romanların ve anıların geçtiği yıllarla, okuduğum yıllara ve şimdi içinde bulunduğumuz zamana geriye dönük bir şekilde bakarken buldum kendimi. Yıllardır birkaç ve çok yoğun sis bulutlarıyla hayatlarımızın gölgelendiğini fark ettim. Zaman zaman bu sis bulutları hafiflemiş, zaman zaman çok yoğunlaşmış ama hiç berrak bir hava olmamış aslında bizim göğümüzde.

Örneğin “korku” çok yoğun bir sis bulutu. Bu bulutu yoksunluk yaratacak her şeyle yoğunlaştırabiliyorlar. Dinsizlikle korkutuyorlar mesela, bir de ülke elden gider diyerek korkutuyorlar. Sis bulutu öyle yoğunlaşıyor ki önümüzü arkamızı göremiyor, birbirimizi yıpratıyor, paralıyoruz. Özgüvenimiz zayıflıyor, başardıklarımızı ve neler başarabileceğimizi bilemiyoruz. Aklımız sis bulutlarıyla kaplı çünkü. Bir de özgürlük vaadiyle yaptıkları yoğun sis bulutları var. “Bundan sonra.”, “Bu defa da yap, sonra özgürsün.”

Özgürlük vaadi bizler için o kadar yoğun bir sis bulutu ki, hatta acaba özgürlük bizim için genel ve özel ne ifade ediyor hiç düşündük mü? Bunu anlamak için nerelerde sıkıştığınıza bakmanız yeterli. Örneğin gece sokakta güven içinde yürüyemiyorsanız o yerde özgür değilsiniz. Örneğin yaşadığınız evde rahat değilseniz özgür değilsiniz. Örneğin kendinizi ifade edemiyorsanız özgür değilsiniz. Bana kalırsa özgür olmayı düşünmeyelim diye özgürlüğü saygısızlıkla, kabalıkla birleştirip bizi korkutuyorlar. İşte zihinlerimizde oluşturdukları yoğun ve büyük bir sis bulutu daha. Kendini net bir şekilde ifade eden insanları tanımlarken “O biraz özgür düşünür, biraz rahattır.” derler, sizler de buna tanık olmuşsunuzdur. Böyle güzel bir kelimenin anlamından bu kadar uzaklaştırılmasını üzücü buluyorum.  Oysaki kaba, saygısız olunmadan özgür oluna bilinir. Biz hep ikisini birleştirmişsek bu bizim aklımızdaki sis bulutlarından.  Sanat, tarih, özgür ve cesur pek çok kişi, özellikle son okuduğum romanlar, anı karakterleri ve yazarların kendileri, bana özgür olmanın zarif, incelikli yolları olacağını öğrettiler. Aklımdaki sis bulutlarını dağıttılar. Zarafetle, özgür ve cesur olunabileceğini biliyorum. Bu mümkün ve hepimizin ihtiyacı.  

Bu şekilde nazik, şefkatli, anlayışlı bir yaşamı korkmadan kurmanın ve bu yaşamı sürdürmenin mümkün olduğu, hak ettiğimiz güzel yarınlar olsun.

İyi ki sanat var, sanatla kalın.