Başak Nakilcioğlu, "Ahlak mı hukuk mu?" başlıklı yazısı ile Afyonkarahisar'da eser sahipleri hayatta iken Atatürk resmine çökenleri yazdı. İşte o yazı...

Bu yazının en önemli öznesi, hatta ana karakteri, yıllar önce ressam Ali Bozok’un oğluyla yaptığı büyük bir  Mustafa Kemal Atatürk resmi. Afyon Kocatepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve Konservatuvar akademisyenlerince hazırlanan Afyon Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğünce 2019 yılında yayınlanan Afyonkarahisar Sanat ve Müzik Ansiklopedisi’nin Görsel Sanatlar başlıklı 4. Cildinde Ali Bozok’tan şöyle bahsediliyor:

“Resim çalışmaları kapsamında dev boyutta tablolar yapan Ali Bozok’un en çok bilinen eseri PTT binasının cephesini boydan boya kaplayan Atatürk’ün Kocatepe’deki resmidir. “

Aynı ansiklopedide oğlu Ersin Bozok’a da yer verilmiş, çalışmalarından bahsedilmiş. Bu yazının konusu olan Mustafa Kemal Atatürk resmini Ali Bozok ve oğlu Ersin Bozok birlikte yapmışlar. Ersin Bozok babasının yaptığı resmin şaselerini nasıl çaktığını, tuvali nasıl gerdiğini, babasıyla birlikte boyayı nasıl karıştırıp tuvale sürdüklerini anlatmıştır dost sohbetleri sırasında. Hikayemiz de buradan başlasın o halde. 

Whatsapp Image 2024 02 02 At 10.44.04

Yazının konusu olan resim, Ali Bozok tarafından oğlu ile birlikte yaptığı bir resim ve pek çok resmi gibi anıt resim özelliği taşımakta. Vaktiyle Atatürk ilkokuluna verilen resim, Atatürk ilkokulunun tadilatı sırasında gözden kaçar ve tadilat yıkıntılarının arasında bulur kendini. Bir öğretmen yıkıntılar arasında bu resmi farkeder, meydana çıkarır.( Bu kişiye “Bulan Öğretmen” diyelim. ) Ancak resim kirlenmiştir ve tuvalde birkaç yırtık oluşmuştur. Bulan Öğretmen (o sırada öğretmen değildir, başka bir kurumda, başka bir görevdedir) aynı şehirde yaşayan bir ressama resimden bahseder ve resmi düzenleyip düzenleyemeyeceğini sorar. Görüştüğü ressam resmi atölyesine alır, temizler. Resmi beğenir ve herkesin görmesini ister. (Bu kişiye de Sergileyen Ressam diyelim) O sıralarda düzenlediği bir sergiye resmi çıkartmak ister. Sergileyen ressam, resmi yapan ressamın artık emekli olmuş, kendisi de şehirde birçok yerde resimleri, rölyefleri bulunan evladını bulur. Açacağı sergiye yardım eden arkadaşıyla beraber kendisi de ressam olan ve resmin yapımına katkıda bulunmuş olan evlat ressamla görüşür. Resmin hikayesini de böylece öğrenir. Evlât ressam mutlu bir şekilde, babasıyla yaptığı resimle fotoğraf çektirir. Resmin nereye gideceğini öğrenir. Bulan öğretmen, sergiden sonra resmi belediyeye aldıracağını söylemiştir. Hatta belki resim Atatürk ilkokuluna gönderilecektir. Aradan bir süre geçer. Resim serginin yapıldığı mekandadır hâlâ. Bulan öğretmen aldırmamıştır ama bir taraftan da aldırdım, aldırıyorum sözleri söylemektedir. Bir süre sonra resmi bir işletme sahibi mekânına aldırır. Sergileyen ressam işletme sahibinin mekânına tesadüfen gittiğinde resmi görür. Mekânın sahibi resim için “burada tutuyorum” der kendisine. Sergileyen  Ressam, mekân sahibinin resmi, bir kuruma geçene kadar mekâna aldığını düşünür. Bu arada evlât ressam babasının yaptığı resmi atölyesine almak, babasıyla yaptığı resmin restorasyonunu da kendisi yapmak istemektedir. Bir süre sonra evlat ressam, çevreden resmin mekân sahibinde olduğunu öğrenir,  mekâna resme bakmaya gider. Resmi görür, o anda söylemez ama resmi alıp babasını yâd etmek, torunlarına hatırasını devretmek düşüncelerinde şekillenmiştir.  Aradan zaman geçer ve evlat ressam tekrar mekâna gider, mekân sahibine resmi atölyesine almak istediğini söyler. Mekân sahibi resmi “büyük” paralara satın aldığını söyler, resmi vermez. Evlat ressam kaç paraya aldığını sorar. Mekân sahibi verdiği “büyük” parayı hatırlayamaz. Evlat ressam oradan ayrılır ve resmi ortaya çıkaran, bulan öğretmeni arar. Bulan öğretmen de “resmi kendisinin bulduğunu, meydana çıkardığını söyleyerek hak ister. Evlat ressam telefonu kapatır, son konuşmadan sonra konuyu da kapatmaya karar vermiştir. 

Peki ben bu hikayeyi niye anlattım. Tabi ki hikayeyi sizler gibi öğrendiğimde, çok ama çok şaşırdım (umarım şaşırmışsınızdır). Buna benzer sıkıntılar yaşamış olmama, örneğin hatır için tasarladığım logoda, tasarlarken konuşmada “şöyle yapalım” dediğim fikri, farklı açılarla çizdiğimde kullanıp, ayrılma sırasında sahiplenip biz birlikte yaptık denilen seviyesizlikleri yaşamış olmama rağmen şaşırdım. Kişileri tanıdığım için de şaşırdım, çünkü bizimki gibi “küçük” Anadolu şehirlerinde herkes herkesi tanır ve alenen bir yanlış yapmaz diye düşünüyordum. Ahlakın seviyeleri, basamakları olduğu düşüncesiyle en azından bu basamaktayız diye düşünürken; bir de baktım ki basamaklar da yokmuş. Hikayenin her aşamasında “adamın babasının resmi, herkes biliyor, kendisini de herkes tanır, üstelik emeği de var. Tabi ki kendilerine ait.” dediğim resim, ne alaka diyeceğim kimselerin elinde alınıp satılıyor.  Dr. Zeliha Burtek’in sosyal medyada viral olan açıklamasında bahsettiği “sosyal çürümüşlük” her yanımızı sarmış. Ve ne yazık ki Nikola Tesla’nın ;

 “O kadar cahilsiniz ki dininiz var diye ahlaka ihtiyacınız kalmadığını sanıyorsunuz.” cümlesini yaşıyoruz. 

Tam da bu noktada ahlâk, hukuk, din, görgü kuralları nedir, neden bahseder kaynak belirterek bakalım.

Ankara Üniversitesinin açık ders platformunda Sosyal Düzen Kuralları başlığı altında geçen kısımlar şu şekilde:

“Ahlâk kuralları “iyi” davranışın, hukukun kuralları ise ″haklı” davranışın ne olduğu sorularına cevap verir. Din kuralları Allah’ın emirleri olduğu için statiktir, zaman içinde değişmez. Hukuk kuralları ise dinamiktir, toplumun ihtiyaçlarına göre zaman içinde değişir. Görgü kurallarında ise, aykırı davranışın yaptırımı kişinin, görgüsüz, kaba, nezaketsiz vs. olarak nitelendirilmesiyle oluşan sosyal baskıdır.”

Demokratik Modernite dergisinin yer alan “Devletin Hukuku mu Toplumun Ahlâkı mı” başlıklı yazıda da;

“Ahlâk, toplumun zora dayanmayan, özgür bilinç ile kabul edilen kurallı, ölçülü yaşamıdır. Ahlâk toplumsallaşmanın temel bir değeri ve ölçüsü olarak ortaya çıkmış ve toplum var oldukça da varlığını sürdürecektir. Hukuk asla ahlâkın yerini dolduramaz, onun yerine ikame edilemez. Hukukun toplumu ahlâktan daha iyi yönetebileceği iddiası koca bir yalandır. Ahlâkın gönüllülüğe dayanması, buna karşılık hukukun zora dayanması ve ceza ile korkutması bile tek başına ahlâkın yüceliğini ve üstün gücünü ifade etmeye yetmektedir.” denilmekte.

Görünen o ki ahlâk toplumsal yaşamın devamı için temel bir unsur. Ahlâk olmadığında, ahlâksız olunduğunda birileri; kişileri, eserleri, eşyaları, hayvanları, sözleri, fikirleri kendisine ait olmayan somut soyut her şeyi kolayca “sahiplenebiliyor.”

Bu yapılan yani, başkasının eserine, sahipleri hala hayattayken alenen “çökme” yukarıda alıntıladığım ahlâk, hukuk, din ve görgü kurallarının hiç birine uymuyor. Hiç birinde yeri yok. Umuyorum bu yanlıştan en kısa zamanda dönülür ve Ressam Ali Bozok’un yaptığı Mustafa Kemal Atatürk’ün resmi evine döner ve bir sonraki yazı, esere ve eser sahiplerine gösterilen saygı üzerine olur. Umuyorum.

Eserlerimize, emeğimize saygıyla, sanatla kalın.