Başak Nakilcioğlu yazdı...

Rönesans’a kadar nüfuz sahibi kişiler ve kiliseler gibi kurumlar, ressamlara belli bir sürede bitirmeleri kaydıyla resim sipariş ederlerdi. 14.yy’ın ortalarında perspektif kurallarının gelişmesiyle o zamana kadar dinsel konularla ilgilenen sanatta, insanların öte dünyadan çok bu dünyayla ilgilenmesiyle, sanatın konu yelpazesi de yavaş yavaş değişmeye başladı. Geç Ortaçağ’da sanat ve ifade tarzı biraz daha duygusallaştı. Erken 15. yy ’da matematiksel perspektif ilkesi geliştikten sonra batılı ressamlar kutsal olayların daha gerçekçi imgelerini üretti. 

Rönesans’a gelmeden önce kısa bir süre İslam dünyasına ve minyatür sanatına bakalım. Minyatür geleneğinin nasıl yol aldığını, minyatürde hangi konuların işlendiğini gözden geçirelim:

Minyatür ne demektir, öncelikle kelime anlamı ile başlayalım.  

Shahnameh3-5

Kelime, Ortaçağ Avrupa’sında hazırlanan el yazmalarının bölüm başlarında metnin ilk harfinin etrafına kızıl-turuncu minium ile (sülyen, kırmızı kurşun tozu) yapılan miniatura adlı tezhipten gelmekte ve “sülyenle” boyanmış anlamını taşımaktadır. Daha sonraları Latince miniare kökünden türetilerek, İtalyancaya miniatura, Fransızca miniature biçiminde geçip zamanla yazma kitaplardaki resimleri ifade etmek için kullanılan terim, Türkçeye batı dillerinden girmiştir. 

Genel bir tanımlamayla yazma eserlerde anlatılan olayları görselleştirmek üzere yapılan kitap resimlerine minyatür denilmektedir. İslâm sanatında minyatüre  “tasvir” minyatür sanatçısına da  “musavvir” veya “nakkaş” adı verilmiştir. Metni açıklamak amacıyla kitap sayfalarına veya bir albüm içinde toplamak için tek yaprak halinde suluboya ve altın, gümüş yaldızla yapılan minyatürler, ışık gölge oyunlarıyla derinlik duygusu kazandırılmayan küçük boyutlu resimlerdir. Eski çağda ilk minyatürler, Mısır’da ikinci binyılda, öğretmek amacıyla Ölüler Kitabı’na yapılan tasvirlerdi. Yunan ve Roma’daki minyatürler de aynı özelliği taşıyordu. 

Şahname 1

Türklerde minyatür geleneğinin 7. 8. ve 11. yy’larda ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. İslam sanatının bilinen ilk minyatürlü yazmaları 11. yy sonuna tarihlenmekle birlikte, 10. Ve 11. yy’larda kitap ressamlığının var olduğu kanıtlanmaktadır. İslam dünyasında da sanatın koruyuculuğunu hükümdarlar üstlenmiş ve sipariş edilen kitaplar ve minyatür konuları padişah tarafından belirlenmiştir. 11. yy ’da perspektiften arınmış şematik kalıplarla yapılan tasvirlerin, 14. yy’ın sonlarında klasik bir kimliğe kavuştuğunu görmekteyiz. Konu yelpazesi oldukça geniş olan minyatürlerde;

15. ve 16. yy ‘da Şehnameler, 16. Ve 17. yy ‘da Silsilenameler, Peygamberler tarihi ve Cifr, Tasavvuf konulu eserler, bilim konulu eserler, albüm resimleri, 17. Ve 19. Yy arasında daha çok Avrupalılar için yapılan kıyafet albümü resimleri Osmanlı minyatür sanatının konularını oluşturur. Bu yazıda “Şahnameler”i konu edelim ve minyatür örneğiyle inceleyelim.

Şair Firdevsî’nin (öl.1020) eseri Şehnâme, yüzyıllar boyunca İslam kültüründe, halktan, seçkin saray çevrelerine dek her düzeyde tanınıp sevilen bir edebiyat klasiğidir. Firdevsi Şehnameyi, Gazneli Mahmud'un teşviki ile Türkler'in İran'a göçleri ve hâkim olmaları sonrasında İranlıları onurlandırmak için yazmıştır. İslam öncesi İran’ın efsanevi ve tarihi şahlarının ve onlara sadakatle bağlı beylerin efsane tarihlerini anlatan bu destanın çok sayıda resimli kopyaları hazırlanmış, tasvirleri İslam görsel kültürünün ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. 

Eserde geçen olaylar çoğunlukla İranlı Yunus ile Turan kralı Efrasiyab arasındaki epik çekişmeler şeklindedir. Şeytani güçleri olan Turan kralı Efrasiyab aslında gerçek bir tarihi kişilik olan Alper Tunga'dır. İran’ın millî destanı ve Fars edebiyatının en büyük eserlerinden biri kabul edilen Şâhnâme, bütün dünya klasikleri arasında da eşsiz bir yere sahiptir.

10. Yüzyıl’ın sonunda Firdevsî tarafından kaleme alınan Şehnâme’yle, Doğu edebiyatlarında Şehnâme yazma geleneği başlamıştır. Pek çok şair, Şehnâme’de anlatılan kahramanlara öykünerek kendilerine özgü eserler oluşturmuşlar, böylelikle Şehname anlatısının gelenek olarak yerleşmesini ve devamını sağlamışlardır. En eski Şehnâme'nin Türkçe çevirisi, belirsiz bir yazar tarafından 1450-51 yılları arasında, Sultan II. Murad'ın (salt. 1421-51) Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılmıştır. 

İkinci çevirisi, Hüseyin bin Hasan Şerif (ö. 1514) (Şerifi bin Āmed olarak da bilinir) tarafından yapılmıştır. Hüseyin bin Hasan Şerif çeviriyi son Mamluk sultanı Kansu Gavri (Qānṣawh Ḡawri)'nin emri üzerine 1510 yılında Kahire'de tamamlamış, tam çevirisi on yılını almıştır. Eserde altmış bir adet minyatür bulunmaktadır. Şâhnâme’nin tamamı manzum olarak Türkçe ’ye çevrilip Zilhicce 916’da (Mart 1511) hükümdar Yavuz Sultan Selim’e sunulmuştur.

İran sanat tarihinde her padişah tahta çıktıktan sonra, kendi adına yeni bir şehname yaptırmıştır. Bu yeni şehnamenin metni Firdevsî’nin yazdığı Şehnâme olarak kalmış, sadece hat ve resimleme tarzı değişmiştir. Her hükümdar kendi atölyesinde topladığı sanatçılara Şehnâme metnini yeniden yazdırarak anlatılan olaylara ait yeni minyatürler yaptırmıştır. Baysungur Şehnâmesi, Tahmasp Şehnâmesi vb. olarak anılan Şehnâme nüshaları bunların en tanınmış örnekleridir. 

İran minyatür ustalarının önceliği güzellik yaratmak olmuştur. Hikayeyi anlatmak ikinci plandadır. Genellikle değişik renkleri kullanıp, onların arasında denge yaratmaya çalışmışlardır. Bu yolda güzelliği yakalamak için, gerçekleri aşarak, giysilerin ve fezanın rengini gerçeküstü vermede hiçbir sakınca görülmemiştir. Ayrıca, İran minyatüründe renklerin seçiminde uyuma özen gösterilmiş, zarafet ve yumuşaklık ön planda tutulmuştur.

İranlı ressam, renkleri karıştırarak, göze en güzel hitabeden renkleri bulmaya çalışmıştır. Bazı sahnelerde renkler öyle maharet ve ustalıkla kullanılmıştır ki, izleyicilerde ilk bakışta gözleri kamaştıran bir resimle karşı karşıya gelindiği hissini uyandırmaktadır. Bu sebeple, İran’da hazırlanan yazma eserlerdeki savaş konulu minyatürlerin renk uyumunu sağlama ve estetik kaygılar bakımlarından çok üstün seviyede olduğunu söylemek mümkündür. 

Haftaya bir başka minyatür konusunu ele almak üzere, sanatla kalın 

İyi ki sanat var