Eski bir istasyon Balmahmut. Geride kalan tren sesleri ve pas tutmuş rayları. Kim bilir hangi tren gitti son olarak bu raylardan? Hangi duygular, sesler, yüzler uzaklaştı bu istasyondan?

Trenler yeni yeni istasyonlar buldular zamanla kendilerine. Ama hiçbirisi onun ruhunu taşıyamadı.

Eski bir istasyon Balmahmut, eskimişliği, yıkık döküklüğü, paslanmışlığı içinde saklı. Pas ya da küf, eskinin büyüsü, mührü gibi. Bu pas, küf, yıkık döküklük içime kazınıyor. Sık sık fotoğraf çekmeye geliyorum buraya. Bu yer bana Tarkovski filmlerini hatırlatıyor. Yaşanmışlığın izleri, ışık, renk, doku mekanın ruhuna işlemiş.

Durup bakıyorum öylece. Usta’nın dediği gibi güzellik, hayatın gerçeğinde saklı. Yaşam, her zaman hayal gücümüzden daha zengin. Pas tutmuş raylarda, yıkık dökük viranede, kaybolan güneşin hüznünde güzellik.

Güneş viraneye de, saraya da aynı şiddette ışığını verirmiş. Virane yıkık dökük olduğundan bu ışınlardan daha çabuk yararlanır, saray ise kuvvetli ve kibirli olduğu için ışınları alamazmış. Hüzünlü yerlerin ruhları, her daim sıcak kalırmış.

Bir tren bekliyorum. Gelmeyeceğini bile bile. Trenler artık yeni yeni istasyonlara uğruyorlar.

Hava yağmurlu, hafiften bir rüzgar esiyor. Durup bir raylara, bir istasyona, bir de salınan ağaç dallarından düşen yağmur damlalarına bakıyorum.

Ve uzayıp giden raylara.

Yola çıkanlar, çıktıkları yerleri, geride bıraktıkları yüzleri hatırlarlar mı acaba?