25 Kasım Kadına yönelik şiddetle mücadele günü idi. Yaşama saygı her zaman öncelik olmalıdır ve şiddetin hiçbir derecesi, azı, çoğu hiçbir şekilde kabul edilemez. Fakat ne yazık ki, kadına şiddet söz konusu olduğunda, toplumun genelinde şiddeti kolayca kabullenme, sebep olarak gösterilen mazeretlerin kanıksanması, ülkemizde şiddet oranlarını kaygı verici bir düzeye taşımakta. 

Türkiye Psikiyatri Derneği’nin, önce 23 Kasım 2008’de yaptığı basın açıklamasını kısaca paylaşmak istiyorum sizinle. Ardından aynı derneğin 25 Kasım 2015’te yaptığı basın açıklamasını paylaşacağım. Her gün gazete haberlerinden biliyoruz, çoğu kadın şiddet görmesine rağmen yardım isteyemiyor. Bu konuda çok ciddi ve ivedi önlemler alınması gerektiği muhakkak, istatistikler de bize konunun önemini göstermekte. Şimdi Türkiye Psikiyatri Derneği’nin 23 Kasım 2008’de yaptığı basın açıklamasına bakalım.

“Şiddete maruz bırakılma açısından, düşük gelirli ailelerden gelen kadınlar, çatışma veya doğal afetlerden kaçan kadınlar ve şiddete karşı korunmasız gruplardan gelen kadınlar özellikle risk altındadır. Avrupa Konseyinin 2002 raporunda 16 ile 44 yaşları arasındaki kadınlar için en sık ölüm ve sakat kalma nedeninin şiddet olduğu belirtilmiştir. Kadınlar bir yıl içinde en az 6 şiddet girişimine maruz kalmaktadırlar. Birleşmiş Milletlerin verilerine göre tüm dünyada kadının şiddete uğrama oranı %17-75 arasında değişmektedir. Tüm dünyada kadınlar toplumun en yoksul kesimlerini oluşturmaktadır. Hem gelişmiş hem de yoksul ülkelerde toplumun en yoksulları kadınlardır. İşsizlerin içinde de en işsiz olanlar yine kadınlardır. Ev hanımlığı meslek olarak kabul edilmiş olsa bile -ki bu maaşsız bir meslek olmaktadır- işsiz kadınların oranı erkeklerin çok üzerindedir. Türkiye’de yılda en az 25 töre cinayeti işlenmektedir. Fakat gerçek sayı bunun çok üzerindedir. Namus ve töre adına kadınlara yönelik kötü muamele, işkence, öldürme, intihara zorlama oranı son yıllarda  %25 oranında artmıştır. Şehirde oturan kadınların fiziksel şiddete maruz kalma oranları ilçelerde oturanlara göre yaklaşık %42 daha fazladır. Dayağın en az yaşandığı yerleşim birimleri ilçeler, en çok yaşandığı yerler ise şehirlerdir.”

Türkiye Psikiyatri Derneği’nin 25 Kasım 2015’te yaptığı basın açıklaması ise aynen şöyle:

“Her gün gazetelere kadın cinayeti haberleri düşmektedir. Geçtiğimiz hafta bir kadın hekim meslektaşımız Aynur Dağdemir erkek şiddetinin kurbanı olmuştur. Ülkemizde boşanmak üzere olan ya da boşanmış kadınların %78’i eşleri/eski eşleri tarafından şiddete maruz bırakılmaktadır. Boşanma tamamlandıktan sonra bile kadınlar hedef alınmakta, son zamanlarda sık sık gördüğümüz gibi; onları korumaya çalışan, yanlarında olan yakınları, anneleri babaları akrabaları ya da birlikte çalıştıkları iş arkadaşları ile birlikte öldürülmektedir. Değerli meslektaşımız, birlikte çalıştığı bir diğer kadını eşinin gazabından kurtarmak isterken bıçaklanarak, yaşamını yitirmiştir. Hastane içinde güvenlik önlemleri yetersizdir, defalarca koruma talep eden ve koruma altında olan bir kadına eşi, işyerinde bıçakla yaklaşabilmektedir. Elbette güvenlik tedbirleri kadına yönelik şiddeti önlemekte yetersizdir ancak bu boyutta bir güvensizlik hali, kadınların şiddete maruz bırakılmalarını ve hatta canlarını kaybetmelerini mümkün kılmaktadır.”

Yaşadıklarımıza baktığımızda, insanın kendi türüne ve diğer türlere şiddet uygulayan bir canlı türü olduğunu görüyoruz. Fakat aynı tür dünyanın dönmesini sağlayacak iyilikler de yapmakta. Yaptığımız kötülükler ve iyilikler seçim gibi görünüyor ve seçimlerimizi, şartlanmalarımız, kabullendiğimiz konular belirliyor. Baktığımız zaman kadın ve erkek insan türünün iki farklı cinsi, biri olmadan hayat devam edemiyor. Biyolojik farklılıklar ve kadın beyni erkek beyni farklılığı bilinen gerçekler, ancak göz ardı edilmek istenen, ötelenen çok temel bir gerçek var ki o da; kadının da tıpkı erkek gibi, insan türünün bir cinsi olduğu gerçeği. Erkeğin ve kadının farklı özellikleri vardır ve bu farklılıklar noktasında birbirlerinden üstün oldukları değil, birbirlerini tamamladıkları görülmektedir. Kadın ve erkek, erdemler konusunda eşittir, insandan erdemli olması beklenir; dolayısıyla kadın ve erkek insan olmak temelinde, sorumlulukları konusunda eşittirler. Binlerce yıllık dinlerin, öğretilerin hiç birinde erdemin, günahın ve sevabın tek bir cinsten beklendiğini göremezsiniz, çünkü dinler de, kadın ve erkek için, yani insan içindir. Zeka, güç vb. konularda iki cinsin de eşit olduğu tartışmaları değil bu yazının konusu. Benim için bu tartışmalar her zaman yersiz. Kadın ve erkek birbirlerini tamamlar, en temel hak ve özgürlükler konusunda, insanca yaşama hakkı konusunda, insan olmak temelinde eşittirler. Yaşamın devamı, iki cinsin var olmasına bağlıyken, kadına şiddetin anlayışı olamaz. Şiddet; ne insanlığa, ne dine, ne inanca, ne de yaşantılara sığar. 

Ne demiş Neşet Ertaş; 

“Kadın insandır, biz insanoğlu"

Hayata saygının olduğu günler geçirmeniz dileklerimle, Sanatla kalın