Hakan Yılmaz, "Koşuşturan Gölgeler" adlı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...

Hubert Selby Jr, “Bir Düş İçin Ağıt” adlı romanında Shakespeare’in şu sözüne yer veriyor. “Her şeyden önce hakikatli ol, kendi benliğine.”

Hakikat, kendi hakikatimiz, kendi benliğimiz, kendimiz, kendiliğimiz varsa tabi ya da kalabilmişse. Yaşadığımız zamanda kimse kim olduğunu bilemiyor, bilmek içinde bir çabası yok gibi. Her yerde koştura koştura kimliğimizi arıyoruz. Hatta bir kimlik ödünç edinmeye çalışıyoruz. Fakat bunun farkında bile değiliz. Oradan oraya koşuşturan gölgeler gibiyiz. Oradan oraya savruluyoruz, rüzgar ne tarafa eserse…

Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı’nda; “hız eşsizdir; usandırıcı olan tek şeyse zaman” diyor. Kendimize arşivlerde, bir anıda, bir tasarı ya da gelecekte kimlik arayacak zamanımız yok artık. Bize şipşak bir bellek, anında doğrulanabilecek bir tür reklam kimliği gerekiyor.

Hız günümüzün belki de önemli değeri haline geldi. Birer hız topuna dönüştük ve durmadan yuvarlanıyoruz. Günümüzün kimliği her yerde görünür olmak. Varlığımız görünmeye bağlı. Her yerde görünmek, bir yokluk aslında. Hep görünerek yok oluyoruz. Boudrillard “varım, buradayım değil; görülüyorum, bir imajım; bak bana, bak! diyor. Yalnızca başkaları tarafından görülmüş olanı görüyoruz. Artık ne istediğimizi de bilmiyoruz, bilemiyoruz. Bir başkasının istediğini istiyoruz, bir başkasının yaptığını yapıyoruz. Yaşamın yalnızca çaresiz gözlemcileri ve kurbanları haline geldik. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım kendimizi kapana kısılmış durumda hissediyoruz. Ve hiçbir şey sahici, hakiki gelmiyor.

Gölgelerin içinde yaşıyoruz. Koşuşturan, koşuşturdukça uçuşan gölgelerin. Bu noktada Tarkovski’ye kulak vermemiz gerekiyor:

“İnsan kendi ruhu kavramına geri dönmeli, bu ruhu yüzünden acı çekmeyi, eylemini vicdanıyla bağdaştırmayı yeniden keşfetmelidir.”