Hakan Yılmaz yazdı...

“Kendini Beğenmişlik Komedisi”  Elias Canetti'nin oyunu. 

Bir ülkede halk kendini çok beğeniyor. İnsanların burunları Kaf Dağı’nda! Ve sürekli olarak aynalara bakıyorlar. Bu onları hasta ediyor. Bir gün halkın isteği ve yöneticilerin desteği ile aynalar kırılıyor. Kendini çok beğenmeye engel olmaya çalışıyorlar. İlk zamanlar hiçbir sorun çıkmıyor. Hatta insanlar bu durumdan memnun ve mutlular. Fakat zamanla insanların duyguları ve düşünceleri değişiyor. İnsanlar kendine bakmayı, kendini seyretmeyi özlüyorlar. Böyle olunca su kıyılarına, derelere ve göllere giderek suda kendilerine bakıyorlar, kendilerini seyrediyorlar. Aynasız kalmak dayanılmaz bir hal alıyor. Kırık ayna parçalarının peşine düşüyorlar. Hatta herkesin para karşılığı kendini seyredebileceği aynaların bulunduğu yerler açılıyor. Bu duruma halk daha fazla dayanamıyor ve aynaları tekrar getirmek için isyan ediyor. Sonuçta aynalar geri geliyor ve tabiki kendini beğenme hastalığı da.  

Kendine bakma, kendini görme isteği insanın bir ihtiyacı. Aynı zamanda bakılmak, görülmek ve beğenilmek. Fakat bu durum sadece dış görünüş ile sınırlı değil. Kendine bakmak, kendini görmek istemek insanın iç dünyasını da içine almalı. İnsan kendi iç dünyasına bakmayı bilmeli. Bu kendini tanımak, kendini bilmek demek. Kendi iç yolculuğunu yapmalı ve kendi hikayesini yazmalı. 

Dünyamız kocaman bir vitrine dönüşmüş durumda. Ve bizler bu vitrinde göründüğümüz kadar var olabiliyoruz ne yazık ki! Kimliğimiz beğenilme üzerine kurgulanıyor. Eylemlerimiz ve sonuçları beğenilerle ölçülüyor. Algımız ve benliğimizin oluşumu ne kadar beğeni aldığımıza bağlı. Her şeyimizi paylaşmaya ve sunmaya son hızla devam ediyoruz. 

Kendimizi her yerde görmek büyülüyor bizi, kendimizden geçiriyor, kör ediyor.  

Fakat göründüğümüz ölçüde  kayboluyoruz. 

Gördükçe körleşiyor, göründükçe kayboluyoruz.