Hakan Yılmaz Başarıya Dair adlı makale kaleme aldı.

Günümüzün en zorunlu durumu başarılı olmak. Başarılı olmak zorundayız. Peki başarı nedir? Başarılı olmak nedir? 

Norveçli yazar Erlend Loe’nun Doppler romanında, Andreas Doppler bir başarı abidesidir. Başarılı bir aile babasıdır. Güzel bir evi vardır. İşinde de başarılıdır. Bir gün ormanda içini huzur kaplar ve ormanda yaşamaya karar verir. Kendisini, başarılarını, yaşamını sorgulamaya başlar. 

“Bir sürü şey yaptım. Çok başarılı oldum. Yuvada başarılıydım. İlkokulda başarılıydım. Ortaokulda başarılıydım. Lisede iğrenç bir şekilde başarılıydım; yalnızca derslerde değil, sosyal olarak da.” Hocaları onu çek sever. Bunu becerebilmesi; “insanın sevimsiz bir şekilde çok başarılı olmasıdır” diye düşünür. “Başarılı bir öğrenciydim. Başarılı dostlarımın arasında, başarılı bir şekilde evlendim. Sonra başarıyla büyüttüğümüz çocuklarımız oldu, başarılı bir şekilde elden geçirdiğimiz bir ev aldık. Bütün bu başarıların ortasında yıllarca dolanıp durdum. Başarılarla yattım, başarılarla kalktım. Başarılarla uyudum. Başarı soludum ve yavaş yavaş yaşamımı yitirdim. Şimdilerde olan bitene böyle bakıyorum. Allah çocuklarımı benim kadar başarılı olmaktan korusun… İnsan bir kez başarılı olmaya görsün, çevresinden övgüler almaya devam etmek için elinden geleni ardına koymaz…  

Başarı Andreas Doppler’i ele geçirmiş ve iliğine kemiğine işlemiştir. Başarılı olmak adına o güne kadar yaptığı her şeyden vazgeçer. Bitmek tükenmek bilmeyen bir harala güreleden kendini sıyırır. Görünmemekten doğan o eski, güzel mutluluğu yaşar. 

Başarılı olmak mutlu olmamız için bir şartmış gibi. Mutlu olmak için başarmak zorundayız, ne pahasına olursa olsun. 

Jorge Luis Borges, “Borges ve Ben” kitabında şöyle söylüyor. “Artık mutluluğu erişilmez bir şey olarak görmüyorum. Oysa bir zamanlar, uzun bir zaman önce mutluluğu ulaşılmaz bir şey olarak görmüştüm. Bugün, mutluluğun her an karşımda belirebileceğini, ama asla peşinde koşulmaması gerektiğini biliyorum artık. Başarısızlık ya da üne gelince, benim için çok önemsiz, hiç dert edinmediğim şeyler. Artık benim aradığım, dinginlik, düşünmenin ve dostluğun tadı ve biraz fazla iddialı gelebilir ama, bir sevme ve sevilme duygusu.”

Cioran da “Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne” adlı kitabında şunu dile getiriyor. “İçsel arayışa eğilimi olan kişiyi şundan tanırız; başarısızlığı her türlü başarıdan üstün tutar, kuşkusuz bilinçsiz olarak onu arar da. Çünkü, başarı bizde ayrıca var olan ve tamamen özel olan şeyden bizi uzaklaştırdığı halde, her zaman asli olan başarısızlık bizi kendimize ifşa eder. Tanrı’nın bizi gördüğü gibi görme olanağını sunar bize.”

Doppler’in dediği gibi, başarıyı solumak yaşamı yavaş yavaş yitirmek gibi. Bir kez başarıyı tattığımızda, çevremizden övgüler almak için ne olursa olsun yapmaya devam ediyoruz. Ve kendimizi tanımamaya doğru gidiyoruz. Kendimizden, dünyadan, içimizden uzaklaşıyoruz. Başarılı bir dünyada, başarılı biri olarak kayboluyoruz. 

Günümüzün başarısı her yerde görünür olmak… Varlığımız görünmeye bağlı. Her yerde görünmek, bir yokluk gibi…

Hep görünerek yok oluyoruz.