Sevgili Okuyucular;

Bildiğiniz gibi ben dijital pazarlama üzerinde çalışmalar yapıyorum. İşim sürekli telefon, tablet ve bilgisayar ile. Bu söylediğim üçlü olmadan ne işimi yapabilirim ne de artık yaşayabilirim diye düşünüyorum. Profesyonel sosyal medya yönetimi, kurumsal kimlik çalışmaları, SEO, Görsel tasarım, Google Ads reklamları gibi birçok konu benim alanıma giriyor. Dolayısı ile canva’dan tutunda video birleştiricilerine kadar sayabileceğim onlarca program uygulaması var telefonumda.

Gün 24 saat ve ben 6 saat uyuyorum. Gözümü açtığımda yaptığım ilk şey telefonuma bakmak oluyor. Şu an 6 kurumun profesyonel sosyal medya hesaplarını yönetiyorum ve dikkatim sürekli telefonumda olmak zorunda. Yorumlar, beğeniler, stalklar, analizler, istatistikler derken günümün neredeyse yarısını PC, telefon ve tablet ile geçirmek zorunda kalıyorum. Televizyon izlemiyorum çünkü gündemdeki haberlerin neredeyse tümü haber sitelerinden önce sosyal medya hesaplarıma düşüyor. Müzik ve film gibi ihtiyaçlarımı da çeşitli uygulamalar sayesinde hem telefonumdan hem de tabletimden gidermiş oluyorum.

Bazen de kendimi yalnızca zamanım geçsin diye instagram keşfetinde buluyorum. Sürekli bir diğerini de izle psikolojisi ile oradan oraya, oradan oraya derken bir bakmışım saatler geçmiş ve ben uyuşmuş vaziyette yalnızca ekrana bakarken buluyorum kendimi. Fotoğraf ve video çekmeyi çok seviyorum. Özellikle uygulamalarda kullanılan filtreler sayesinde olduğundan daha güzel fotoğraflar ve videolar çekebiliyorum. Bu benim hobim evet ama bunları yaparken bir taraftan da çektiğim fotoğraf ve videoları sosyal medya hesaplarıma yüklemek için can atıyorum. Buradaki ince ayrıntı şu aslında. Sosyal medyada görünmek için mi yapıyorum tüm bunları, yoksa keyif aldığım için mi yapıyorum? Sanırım burada öncelikle kendimi eleştirmeliyim. Kabul edeyim, hobilerimi yaparken insanlarla etkileşim kurmak hoşuma gidiyor. Eminim ki şu an birçok insan da benim gibi; anın güzelliğini yaşamayı bırakıp, sosyal medya hesaplarında etkileşim almak için yarışıyor.

Fırsat buldukça da kurum ziyaretlerine gidiyorum. Artık küresel bir dünyada yaşadığımız için zaman ve mekân sınırının dijitalleşme ile ortadan kalktığından bahsediyorum. Süreci takip eden kurum yöneticileri, durumun ciddiyetinin farkında ve dijital pazarlama süreçlerine çok da soğuk bakmıyor. Alışılagelmiş geleneksel pazarlama yöntemlerinin yerini dijital pazarlama yöntemleri almış durumda. İşim bu olduğu için her ne kadar benim için sevindirici bir haber gibi görünse de, bazı zamanlarda oturup düşünmekten kendimi alamıyorum. Dijitalleşme ile tüm algılarımız kapandı. Düşünemeyen, sorgulayamayan, varoluşunun farkında olmayan tek tip bir toplum olma yolunda hızla ilerliyoruz. Özellikle çocuklarımız ve gençlerimiz çok büyük risk altında.

Bugün bir kurum yöneticisinden aldığım telefon ile bunu bir kez daha düşündüm. Telefonun diğer ucunda “Ne olacak bu gençlerin hâli? ANS kavşağından geçiyorum, öğrenciler telefondan kafalarını kaldırıp sağına soluna bakmadan kendilerini yola atıyorlar. Sırf öğrenciye çarpmamak için aracımla kaldırıma çıktım” diye serzenişte bulunan bir yönetici. Ne diyebilirdim ki, haklıydı. Gerçekten de gençler sosyal medya, film, müzik derken etraflarında olan bitenlerin farkında değiller ve canlarını tehlikeye atacak kadar algılarını kapatmış durumdalar.

Şimdi gelelim sürecin en başına. Anne ve babalar daha 4-6 aylıkken bebeklerine yemeklerini video izleterek yedirmeye başlıyorlar. Bebeklerin tüm dikkatleri tamamı ile izledikleri görsel şölende. Renkleri, geçişleri, sesleri kavramaya çalışıyorlar ve yedikleri mama ya da yemekten bîhaberler. Yalnızca güdüsel olarak açlık dürtüsünü gidermiş oluyorlar ya da biz böyle olmasını sağlıyoruz. Bir süre sonra bu durum alışkanlık haline geliyor. Yemekler yalnızca videolar ile yenilmeye devam ediyor. Sonra da çocuklar anne babaların yalnızca sussun diye eline tutuşturdukları telefonların bağımlısı oluyor. Telefonu ve tableti anne babasından alamadığı için ağlama krizi geçireninden tutun da oyun oynayamadığı için mutsuzlaşan çocuklardan bahsediyorum sizlere.

Teknolojinin ve internetin getirdiği sınırsız güç ile çocuklarımız ve gençlerimiz maalesef artık bağımlı hale geldi. Yataktan kalkar kalkmaz telefona koşan çocuklar, dış dünyadan kopuk etrafında olan bitenin farkında olmayan ve yalnızca sosyal medyada kendini var eden gençler, işleri gereği sürekli bilgisayar başında olan çalışanlar gibi bu liste böyle uzar gider. Eskiden çocuklar dışarıya çıkıp, kapılarının önünde arkadaşlarıyla oyun kurarlardı. Yemekten yemeğe ve diğer ihtiyaçları için eve uğrayan çocukların yerini şimdi telefon ve tablet başından ayrılmayan çocuklar aldı. Anne babalara hiçbir eleştiride bulunamıyorum çünkü dış dünya o kadar güvensiz ki “en azından gözümün önünde güvende” diye düşündüklerinden eminim.

Zaman çok hızlı geçiyor ve zaman mefhumumuzla da ilgili bir değişiklik oldu sanırım. Bu işte bir gariplik var değil mi? Algılarımız değişti ve yaş farkı gözetmeksizin zaman ve mekân kavramını ortadan kaldırdık. Dijitalleşmenin de istediği bu değil miydi zaten? İşimizi kolaylaştırmak için kullanacağımız bu araçlar farkında olmadan bizi mutsuz edip, bağımlı hâle getir. Lütfen çocuklarımıza, gençlerimize ve bize ne yapıldığının farkında olalım. Telefon, tablet ve bilgisayar gibi teknolojik aletleri bilinçli ve sınırlı kullanalım. Yoksa önüne geçemeyeceğimiz bir sürecin içinde bulacağız kendimizi. Değişen, dönüşen ve kendini var eden bir nesil bırakmak yerine pasif, özgüvensiz ve mutsuz bir nesil ile karşı karşıya kalacağız.

Hep baharı düşünerek sevgi ile kalın.