Vizyonun olmadığı yerde, umutta yoktur.

G.W. Carver

Bu haftaki yazımızda, Z kuşağı ve geleceğimiz üzerine değerlendirmeler yapmaya çalışacağım. Son yıllarda gerek politik gerekse ticaret sektörünün ana odak noktası gençlerimizdir. Şimdi, kimine göre sosyal medyanın etkilediği, kimine göre materyalist felsefenin çıktısı gençlerimizi değerlendirmeye çalışalım. Öncelikle şunu çok net belirtelim, dünya çok hızlı bir değişim ve gelişim içerisindedir. Ancak içinde olan bizler, ne yazık ki bunun farkında değiliz. Başımıza bir şey geldiğinde, bir felakette ya da hastalıkta, yaptıklarımızı veya yapacaklarımızı hatırlıyoruz. Halbuki Kur’an-ı Kerim’in Mü’minûn suresinde Allah “yeryüzünde ne kadar kaldınız?” biçiminde sorduğunda; insanlar “ya bir gün ya da daha kısa kaldık, saymakla görevli olanlara sor” derler. İster 1 yıl ister 90 yıllık bir yaşam sürelim, yaşadıklarımız sanki dün gibi değil midir? Şu an itibariyle geçmişe bir bakalım, çocukluğumuza, gençliğimize ve bugüne realist olarak eğilelim. Gençlik, hangimiz yaşamadık ki, belki hatalar da yaptık, ancak farkında mıyız bilmiyorum, gençlerimize zamanında kendimizin görmek istediği sabrı göstermiyoruz. 18 yaşındaki bir gencimizden 40 yaşındaki bir insanın olgunluğunu bekliyor, belki de çatışmayı başlatıyoruz. Hâlbuki hayat felsefesi, iyi bir insan olmayı, topluma faydalı eserler yapmayı, anlayışı, dayanışmayı, paylaşmayı, karşılıklı etkileşimi ve karşılıksız iyilik yapmayı ve de bırakmayı gerektirmiyor mu? 

Toplumda tüm kesimlerin gençlerden beklentileri farklı; örneğin politikacılar bir sonraki seçimlerde 7 milyon gencin oy kullanacağı hesaplarken; ticaret erbabı, satışlarının içerisindeki gençlik algısına odaklanıyor. Ancak hiç kimse gençlere ne istediklerini, neyi düşündüklerini ve de nasıl bir gelecek hedeflediklerini sormuyor. Gençler üzerine değerlendirmeleri bile artık, o kuşaktan olmayan bizler yapıyoruz. Onların adına kararlar alıyor, değerleri sorguluyor ve tercihlerde bulunuyoruz. Hayat telaşı içerisinde çok vakit ayıramadığımız çocuklarımızı, tanımadan, hissetmeden ve sorgulamadan kaybediyoruz. Modern adıyla “Z Kuşağı” olarak adlandırılan bu kuşak, 2000’li yıllardan günümüze kadar devam eden süreci kapsıyor. Daha önceki dönemler için X kuşağı 1960-1980; Y kuşağı 1980-2000’li yılları kapsarken, Z kuşağı ise milenyum kuşağı olarak adlandırılıyor. Yaş grubu olarak 14 yaş sonrasını düşündüğümüz gençler, yoğun bir dijital dönüşüm, iklim değişiklikleri, sosyal medya yoğunluğu ve materyalist bir felsefeyle yaşıyorlar. Bu grubun en sık karşılaştıkları problemler; istihdam imkanlarının kısıtlılığı, eğitim sistemindeki başarısızlıklar, dış görünüşleri ile ilgili takıntılar, madde ya da ilaç bağımlılıkları, ailevi sıkıntılar-iletişimsizlikler, uygun fiyatlı konaklama imkanlarının azlığı, materyalist baskılar, sosyal medya bağımlığı ve suç eğilimi olarak sıralanabilir. Buradaki başlıkların her biri aslında, ayrı bir değerlendirmeye tabi tutulmalı ve ilgililer tarafından çözümlenmelidir. Çünkü 14-15 yaş sonrası bir gencin hayatına müdahale şansınız çok azdır. İyi bir gençlik için, ilkokul çağından itibaren, eğitim felsefenizi ilkeli bir biçimde oluşturmalısınız. Birçoğumuz ilkokul öğretmenimizi çok daha iyi hatırlar. İlkokul dönemindeki eğitimin kalıcılığı, sonraki dönemlerinde etkinliği açısından önemlidir. Peki, günümüzde öğretmenlerimiz ve velilerimiz bunun ne kadar farkındalar. Özellikle içinde bulunduğumuz korona süreci, eğitim sistemindeki farklılıkları ve bireysel olarak eğitimci yetersizliklerini çok daha iyi göstermedi mi? Çözüm için bir şeyler yapıldı mı? zannetmiyorum. Konuya farklı bir açıdan bakalım, önceki dönemleri geçtiniz ve sadece 14 yaş ve üzerine odaklandınız, hangi politikaları uygulayacağınız konusunda yeterli bir veriye sahip misiniz? Önceki dönemin eksiklerini nasıl kapatacak ve öğrencinin ihtiyaçları doğrultusundaki planlamaları yapabilecek misiniz? Sorgulayalım, eminim ki doğruyu bulacağız.  

Gençlerin gelecekte karşılaşması muhtemel diğer bir problem, istihdam imkânlarıyla ilgilidir. Bilindiği üzere genç işsizlik problemi sadece ülkemizin değil dünyanın da problemidir. Ülkemizde genç işsizlik oranının % 25’lerde olduğunu ve pandemik riskler gibi sistematik risklerin de etkisiyle, istihdam yapısındaki bozulmanın artma eğilimine girdiğini düşündüğümüzde, sorunun ne kadar önemli olduğunu çok daha iyi anlayabiliriz. Türkiye, genç nüfus oranı dünyanın en önde gelen ülkelerindendir. Üniversiteye giden öğrenci sayımız YÖK’ün verilerine göre 8 milyonun üzerinde ve Avrupa ülkeleri içerisinde lider konumdadır. Ancak bu öğrencilerin sektörel olarak geleceğe hazırlanması, eğitim nitelikleri, kurumsal hazırlıklar, öğrencinin kariyer planlaması ve bölümlerin dünya standartlarını karşılaması gibi konularda hazır mıyız? Cevabı sizlere bırakıyorum. Bizler ise, öğrenme çeşitliliğine odaklanmalı, gençlerimizin eğitim niteliklerini artırmalı ve istihdam imkânlarını uzmanlık alanlarına göre belli ilkeler içerisinde oluşturabilmeliyiz. Aksi takdirde kolaycılık ve adamına göre istihdam yapısı, gençlerimizin kaybedilmesi anlamına gelecektir. 

Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu M.Kemal Atatürk gençlere büyük önem vermekte ve “bütün ümidim gençliktedir; Cumhuriyeti biz kurduk, onu sonsuza kadar yaşatacak olan sizlersiniz” biçimindeki sözlerinde, gençliğe büyük sorumluluklar yüklemektedir. Gençlik önemli olduğuna göre bir ülke, neden gençlerine yatırım yapmalıdır? Sorumuzu soralım. Birçoğunuzun bu soruya cevaplarının; üretim, politik, ekonomik ya da farklı unsurlar olarak sıralanabileceğini tahmin ediyorum. Hâlbuki cevap “Allah Rızası” olmalıdır. Eğer niyetiniz gerçekten bu ise, emin olun doğru hedefe ulaşırsınız. Böylece geleceği kurtarabilir, çocuklarımıza, kendimize ve ülkemize faydalı insanlar bırakmış oluruz. Gençler, sizi ve yapmak istediklerinizi anlayacak ve çözüm aşamalarında size katılımcılık göstereceklerdir. Aksi takdirde mücadele politikalarınız, bilimsel ve realist politikalarla desteklenmiyorsa ve somut çıktıları oluşturulamıyorsa, sorunu çözeyim derken daha büyük sıkıntılarla karşılaşabilirsiniz, hatırlatalım. 

  

 KİTAP ÖNERİM …                                                                        

Bu haftaki kitap önerim, Malcolm Gladwell’in “Outliers ya da Türkçesi ile Aykırı Değerler” eseridir. Yazar, başarı için yetenek artı hazırlık geldiğini açıklarken; Üniversite hocalarının özel sektöre göre daha düşük ücrete razı olma nedenlerinin, üniversitenin onlara yapmak istedikleri ve doğru olduğunu hissettirdiklerini vermesi olduğunu açıklar. Öğrencilerin iş bulmak için doğru aile bağına, doğru kişiliğe, doğru yeteneğe veya bunların kombinasyonuna ihtiyaç duyduklarını değerlendirir. Öğretim yılının uzunluğuna dikkat çeken yazar, ABD’de 180 gün, Güney Kore’de 220 gün ve Japonya’da 243 gün olduğunu, başarı için tatil dönemlerinin iyi değerlendirilmesi gerektiğini açıklar. Bunlar dışında konuşulacak ve anlatılacak çok şey var... Daha fazlası için okumanız tavsiyesiyle ...