Eğitim, refah anında bir süs, felaket sırasında bir sığınaktır. - Aristoteles

Değerli dostlar, 2021 yılının LGS sınavı, 6 Haziran’da yapıldı. Aslında bu yazıyı önce yazmayı düşünmüştüm ama öğrencileri ve velilerimizi etkilememesi açısından sınavdan sonra yazmaya karar verdim. Gerek Türkiye gerekse dünya zor bir iki yıl geçirdi. Ancak bizdeki temel sıkıntı; yüz yüze eğitim felsefisinden ayrılamamamız ve yenidünya düzenine adaptasyonla ilgilidir. 

Hafta sonu, LGS sınavına yaklaşık 1 milyon 243 bin öğrencimiz girmiştir. Eğitimde bu sınav iki açıdan önemlidir. Birincisi hepimizin daha önce yaşadığı gibi ortaokulda kazanılan bilgiler üniversite sınavını bile etkilemekte ve 8 yıllık eğitim sürecinin temel çıktısı test edilmektedir. İkincisi, öğrencilerin tek sınavla hayatlarının önemli bir dönüm noktası tamamlanmaktadır ve telafisi de bulunmamaktadır. Milli Eğitim Bakanlığımız, öğrencilerimizin tamamen akademik zekalarına odaklı sorularla, başarı sıralamalarını belirlemek istiyor. Normal bir eğitim döneminde olunmuş olsa, bakış açımız emin olan daha farklı olurdu. Bu süreçte, Milli Eğitimimiz öğrencilere çok başarılı ve sağlıklı bir eğitim ortamı sunmuş mudur? Bana göre hayır. Diğer önemli bir konu, başarıyı ölçmek için kullanılan soru skalaları ile ilgilidir. Örneğin neden Türkçe dil bilgisi konuları sınırlandırılırken, Matematik dersinde böyle bir kısıtlama yapılmamıştır. Diğer ilave bir durum, bana göre testlerin zorluk durumuyla eğitimdeki ölçme ve değerlendirme orantısındaki hatalardır. Öğrenciler, normal bir eğitim döneminden geçmemiş ama normal eğitim dönemine göre sayısal alanda daha komplike bir test yapısıyla karşılaşmıştır. Örneğin Matematik testlerindeki zorluk dereceli sorular iyi harmanlanmamış, öğrencilerin motivasyon ve özgüven kaybına neden olmuştur. Peki, eğitimin temel uygulamalarından olan ölçme ve değerlendirme mantığı bu işin neresindedir. Sınavda zorluk dereceli sorular normalde ardışık olmamalıdır. Ancak sınavda bu sorular ardışık gelmiş ve birçok öğrenci konu ile ilgili eleştirilerini dile getirmiştir. Öğrenci sayımız fazla, eğitim niteliğimiz standart değil dolayısıyla tek ölçüm aracımız merkezi sınav olarak duruyor. Bunu anlayabiliyorum ancak çalışanın başarılı olduğu bir sistemi oluşturmak, öğrenci motivasyonunu ön plana alan uygulamalara ağırlık vermek ve de en azından çalışma sürecini iyi yöneten öğrencilerin belirsizliğe gitmediği bir süreci yönetmenin zor olmadığını düşünüyorum.  

Eğitim bir motivasyon ve gönül işidir. Matematik testleri ya da sayısal açıdan analitik ortalamamız zaten düşük olmasına karşın, ısrarla sınavda böyle bir değerlendirme sürecine girilmesinin mantıklı bir yanı bulunmamaktadır. Çünkü daha önceki yıllarda yapılan LGS sınavlarında başarı ortalaması en düşük ders matematik, fen ve yabancı dildir. Bunun yanında en çok boş bırakılan sorularda matematik dersindedir. Öğrencileri kazanalım derken, kaybetmek; süreci daha iyi yönetelim derken, karmaşıklaştırmak ve Kovid-19 sürecinin etkilerini görmezden gelen bir mantıkla soruları oluşturmak, zaten zor bir süreçten geçen gençler için yanlış olmuştur. 

Gelecek de bir gün gelecek eminim ki bugünlerde atlatılacaktır. Ancak online eğitim felsefesinin hala göz ardı edilmesi ve etkinliğinin sağlanamaması eğitim içerisindeki bizleri üzmektedir. Bunun yanında yapılacak ve yapılması gerekenler çok netken, bunları göz ardı eden bir anlayış yapısı da gelecek eğitim sistemimize zarar verecektir.       

MÜSİLAJ DURUMU

Bildiğiniz gibi Marmara Denizinde müsilaj durumu, çevremiz için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bu duruma ilişkin söyleyebileceğim tek şey bakış açımızı değiştirmekle ilgilidir. Çünkü Türkiye’de yaşayan bizler, yaşarken tüketiyoruz ve tüketmeye de acımasızca devam ediyoruz. Tükettiklerimizin çıktılarını çevreye doğrudan gönderiyor ve yıllardır atık yönetimini bir türlü sağlayamıyoruz. Dolayısıyla bugün gelinen durum, doğanın bizlere cevabıdır. Dün yapılan değerlendirmelere baktığımızda en az 3-5 yıllık bir proje çalışması yürütülmesi gerekmektedir. Peki, neden bugüne kadar geri dönüşüm sistemlerini oluşturamadık, anlamakta zorluk çekiyorum. Yerel yönetimler, kendi haline bırakılmamalı ve büyük ölçekli projeleri vakit geçirmeden hazırlamalıdırlar. Altyapısını kuramadığınız bir proje, yok olmaya, değersiz kalmaya ve beklenen çıktıları verememeye mahkumdur. Fizibilite analizlerinin temeli bunun içindir. İster küçük ister büyük bir proje hazırlayın, fizibilite analizi olmazsa olmazdır. Bir de fizibilite analizi ile uygulama aşamasındaki farklılıklar da önemlidir. Eğer yapılan bir projenin tahmini ile gerçekleşen arasında %10-%15’i aşan farklılıklar varsa, yaptığınız fizibilitenin anlamsız olduğunu bilmeniz gerekir. Ülkemizde birçok başarılı projelerde bile, tahmin ile uygulama sonuçları arasında çok ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Atık yönetimi ve geri dönüşümlü projeler konusunda dünyada en iyi örnek, İskandinav ülkeleridir. 2006 yılında Danimarka’da gördüğüm uygulamaların, 15 yıl geçmesine rağmen ülkemizde uygulanamayışının ve hala gelecek zamanlı konuşmaların nedenlerini anlamakta zorluk çekiyorum. Dolayısıyla hiçbir yerel yönetimin yeniden dünyayı keşfetmeye ihtiyacı da bulunmamaktadır. Başarılı örnekler incelenmeli ve ülkemizin ihtiyaçlarına göre revize edilerek uygulanmalıdır.