“Savaş kimin haklı olduğuna değil, kimin güçsüz olduğuna karar verir…”

Bertnard Russell

Dünyada yaşanan gelişim ve değişimler, zaman ve mekan tanımaksızın her şeyin bir efsaneden çok daha ön planda olduğunu gösteriyor. Aslında bugünkü problemlerin kaynağı ikinci dünya savaşına ve sonrasında oluşturulan yeni dünya düzenine dayanmaktadır. Çünkü dünyanın ekonomik olarak evrimi her zaman bir kriz ya da savaşla olmuştur. Örneğin ikinci dünya savaşının ardından mağlup ülkelerden Almanya, İtalya ve Japonya’nın yönetim anlayışları çökmüştür. Birinci dünya savaşı sonrası kurulan Milletler Cemiyetinin adı bile değişmiş ve NATO kurulmuştur. İkinci dünya savaşının ardından sermaye birikiminin zenginliğine ulaşan ABD, kurmuş olduğu yeni para sistemi ile dünya ekonomisinin anahtar gücü haline gelmiş; Rusya ile arasındaki rekabet artmış ve dünya iki kutuplu bir yapıya bürünürken, ekonomi anlayışları savaşlara yansımış ve ülkeler arasında “Soğuk Savaş” başlamıştır. Bu yapı öyle bir noktaya gelmiştir ki insanlar arasındaki kutuplaşmayı ve geçişkenliği önlemek amacıyla 1961’de 50 km’ye yakın bir mesafeye sahip olan Berlin Duvarı yapılmıştır. Ancak her geçen gün iletişimin hız kazandığı dünyada duvarlarla ya da engellerle dünyanın koordine edilemeyeceğinin hala anlaşılamaması da ilginçtir. Savaş sonrası ise dolaylı olarak altına dayalı bir para sisteminin oluşumu, ABD dolarını daha güçlü hale getirirken, doların dünya rezerv para olmasının da habercisiydi. Bu dönemde 1 ons = 35 $ sabitlenmiş ve 1973 yılına kadar kısmen sabit bir kur sistemi uygulanmıştır. Bu sistemin anahtar kuruluşları ise IMF, Dünya Bankası ve Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşmasıydı. 1973 sonrası ABD Başkanı Nixon tarafından uygulamasına son verilen sistem, dünya ülkelerinin para birimlerinin belirlenmesi risklerini getirirken, enflasyona ve ülkelerin ödemeler bilançolarında bozukluklara neden olmuştur. Özellikle 1980 sonrası gelişmeler dünya ekonomisinin her geçen gün daha da küreselleştiğini gösterirken, 1990’lı yılların başında yıkılan “Berlin Duvarı” dünya da soğuk savaşın sona ermesine; iki kutuplu dünyadan kapitalist gücün hakim olabileceği tek kutuplu bir dünyanın önünü açmıştır. Özellikle bu yapıda e-posta, anlık mesajlaşma ve bloglar gibi sosyal medyanın ilk yansımalarının görüldüğü internet dünyasının egemenliği ön plana çıkacak ve ülke insanlarının algı yönetimlerinden devlet yapılarının da şekil değiştirebileceği küresel bir dünya sistemi oluşacaktı. 1990’lı yıllar ise kriz yılları olacak; 1992 ERM, 1994 Türkiye, 1995 Meksika, 1996-97 Asya ülkeleri, 1998 Rusya, 1999 Brezilya, 2001 Arjantin ve de 2000-2001 Türkiye krizleri küreselleşmenin hız kazandığı dünya da küresel ekonominin sancılarını anlamamıza yetecekti. İş dünyasının iletişimi için 2002 yılında linkedin, insanların iletişimi için 2004 yılında facebook; fikirlerin paylaşımı için 2006 yılında twitter ve daha çok gençlerin paylaşım ağı 2011 yılında instagram gibi sosyal medya hesapları ön plana çıkacaktı. Bu uygulamalar, küresel dünyanın merkezini küresel eylemlere; sosyal medya ise doğru bilginin yerini algılanan bilgiye bırakıyordu. 2007 son küresel finans krizi ise dünyanın türev ürünlerle tanışmasını, sosyal medya okuryazarlığını ve finansal okuryazarlığı ön plana çıkarmıştır. Bu krizin ardından dünya “Kripto Paralarla” tanışmaya başlarken; bir kriz daha kendisini para sisteminin dönüşümüyle gösterecektir. Bu süreçte Bitcoin, yeni finans devriminin başlangıcını oluştururken onu altcoinler izleyecek ve merkezi olmayan bir finansal devrim başlayacaktı. Aslında bu uygulamalar internet teknolojisinin yarattığı finansal bir devrimdi ve hızla finans dünyasını da içine almaktaydı. 2009 yılının diğer ilginç bir tarafı “daha iyi bir dünya arayışının” başlangıcı olmasıdır. Çünkü 2010 yılı ile birlikte orta doğuda hareketlilik başlamış ve “Arap Baharı” ülkeleri etkilerken; 2011 yılıyla birlikte Suriye olayları, insan göçlerini başlatmıştır. Bu süreçte hem ülkemiz hem de Avrupa ülkeleri başta olmak üzere dünya, yeni bir insani krizle karşı karşıya gelmiştir. 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı İlhakı ise, yeniden kutuplu bir dünyanın ve soğuk savaşın habercisiydi. 2019 yılındaki “Pandemik Atak” ile birlikteyse dünyanın değişim hızı artarken, ülkeler her zamankinden çok daha zorlu bir süreçle mücadele etmek zorundaydılar. Çünkü bu kriz “yaşam, eğitim ve iletişim” anlayışlarını tamamen değiştirecek ve yeni bir dünya düzeninin habercisi olacaktı. Bu süreçte küresel ve özel sektör hedefli gelişen dünya ülkeleri, ulus devlet anlayışını sorgulayacak ve her ülke kendi kendine yeterlilik anlayışını nasıl ihmal ettiğini düşünmeye başlayacaktı. Enerji her zamanki gibi anahtar konuların başında gelirken, gıda ve stratejik adımlar ülkelerdeki “Popülist” anlayışların sosyal medyadaki bilgi paylaşımlarının hızıyla sorgulanmasına ve değişmesine neden olacaktı. Bunun en iyi örneklerinden birisi 2019 yılı Ukrayna Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanacak ve 2015 yılında “Halkın Hizmetkarı” filmiyle politik çıkmazların ve bozukluğun eleştirildiği medya dünyası, sanal bir dizi karakteri olan Zelenski’nin Cumhurbaşkanı olmasını sağlayacaktı. 2022 yılıyla birlikte başlayan “Ukrayna – Rusya Savaşı” yüzyılımız için hiç de beklenmeyen ve “olmaz olmaz deme” olarak ifade edebileceğimiz bir savaşla yeni bir dünya krizinin belki de savaşının habercisidir. Bu noktada Rusya gibi ülkelerin anlayamadığı, sadece fiziki bir güçle istediklerini gerçekleştirebileceği düşüncesidir. Artık dünya eski dünya değil, çünkü paralarda, ticarette ve iletişimde her zamankinden daha fazla kaygan ve tüm dünya sosyal medya kanallarıyla birbiriyle iletişim halinde. Yeni dünya düzeninde savaş, haklılığınızın perçinleneceği yer değil ve olmamalı. İnsanlar, bu dünyanın en değerli varlıklarıdır ve öyle kalmalıdırlar. Savaşın yapılacağı yerler ülke sınırları değil; ticaret, sanat, kültür, spor ve çok uluslu politik arenalardır. Aksine inat, haklıyken haksız duruma düşmenize; güçlüyken tüm gücünüzü kaybetmenize neden olabilir. Bunun en iyi göstergesi başlangıçta zayıf bir figür olarak eleştirilen ve hor görülen Zelenski’nin bu süreçten güçlenerek çıkması ve sosyal medya algılamasında desteğini her geçen gün artırmasıdır. Sosyal medya güçlünün haklı olduğu değil; bu süreci yönetebilenlerin güçlü olduğu ve olacağı bir yerdir. Bu algı, kitlelerin yönetimini meydanlardan akıllı telefonlara kaydırırken, insanların ölümleri ve yeni bir göç dalgasıyla dünyanın dengeleri değişmektedir. Sonuç olarak geçmişten bugüne yapılan değerlendirmelerimizde ön plana çıkan unsur; insan sermayesinin parasal bir güç değil bilgi gücü olduğunun görülebilmesidir. Çalışkan liyakat sahibi insanlar yerine güç merkezli liyakatsiz insanların seçildiği bir dünyada krizler ya da başarısızlıklar “gelişmekte olan ülkelerin çıkmazıdır” unutmayalım …