Hakan Yılmaz, "Yaşam: Bir Instagram Hikayesi Gibi" başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...

Akışkanlık, Zygmunt Bauman’ın yaşadığımız çağı anlatmak için kullandığı kavram. 

Akışkan Modernite, Akışkan Hayat, Akışkan Gözetim, Akışkan Modern Dünyada Yönetim, Akışkan Aşk (İnsan İlişkilerinin Dayanıksızlığı), Akışkan Korku, Akışkan Modern Dünyadan 44 Mektup kitaplarında bu akışkanlık kavramını açıklıyor.  

Kimyada akışkan; sıvıları, gazları, plazmaları ve bazı durumlarda plastik katıları (eriyik) kapsayan, maddenin hallerinin bir altkümesidir. Akışkanlar, kayma gerilmesi altında sürekli biçim değiştirir (akar). Akışkanlar, akma kabiliyetinin bir sonucu olarak bulundukları kapların şeklini alır. Akışkanlık durumu sürekli bir değişimi, belirsizliği, bulunduğu ortama uyumu ifade ediyor. 

Bauman, Bireyselleşmiş Toplum kitabında, günümüzün dünyasının, sıvılaşmış, akışkan, dağılmış, saçılmış, düzensizleşmiş bir modernite versiyonu olduğunu ifade ediyor. 

Bauman, bir röportajında, akışkan modern çağın gerek psikolojik, gerekse de toplumsal olarak başlıca etkeninin belirsizlik olduğunu söylüyor. Ona göre özgürlük her zaman bir çeşit belirsizlikle birlikte gelir. Gelecek öngörülemezdir. Akışkan modernite otomatik olarak özgürlük yerine bir çeşit güvenliğe duyulan özlemi doğurur. Daha fazla güvenlik için özgürlükten feragat edilir. Bu da akışkan korkuları doğurur. Bauman, Akışkan Korku kitabında, akışkan modern dünyada yaşamanın, günlük kaybolma, yok olma, ortadan kalkma ve ölme provası olduğunu belirtiyor. Ona göre insan tarihinin teknolojik olarak en donanımlı olan nesli, güvensizlik ve çaresizlik duygularına en çok boğulmuş olan neslidir. 

Akışkan modern dünyanın diğer bir etkeni ise hızdır. Hız sonsuz, tükenmeyen bir inanç biçimi halini almıştır. Birey bu hız döngüsünün içinde kaybolur. Değişim, sürekli peşinden koşulması beklenen, kendi içinde amaca dönüşüyor. Birey sürekli hareket halinde ve hareket etme zorunda kalıyor. Bir noktadan sonra duramayacak hale geliyor. 

Bauman, Akışkan Hayat kitabında hız ile ilgili olarak şunları belirtiyor: Bauman, Ralph Waldo Emerson’un, Sağgörü Üzerine adlı kitabından bir alıntı yapıyor. Emerson’a göre, ince bir buzun üzerinde kayarken, bizi güvende tutan tek şey hızımızdır.  Lewis Carroll’a göre ise, şimdi burada aynı yerde kalmak için elimizden geldiğince koşmamız gerekiyor. Bireyselliğin peşinde koşarken mola verecek tek bir saniyemiz bile yoktur. Pedala basmayı bırakmanın cezası düşmektir, o dik pozisyonu koruyabilmek için sürekli pedal çevirmemiz gerekiyor.”    

Akışkan yaşam, belirsiz koşulları, kararsızlığı ortaya çıkarıyor. Bu durum uyurken yakalanma, hızla akıp giden olaylara yetişememe, arkada bırakılma, kullanım tarihlerini gözden kaçırma, artık arzulanmayan nesneleri üzerine yük etme, değişim düğmesine basılacak veya dönüşü olmayan noktaya varmadan önce rotayı değiştirecek anı ıskalama korkularını beraberinde getiriyor. Unutma, silme, atma, yerine koyma durumları ortaya çıkıyor. Bağlantısızlık, süreksizlik ile birlikte kalıcı bir tatminsizlik hissi oluşuyor. Bu durumda akışkan yaşam, hayatı tüketiyor. Dünyayı tüketim nesnelerine dönüştürüyor. Her ihtiyaç, arzu, yeni ihtiyaçlar, arzular yaratacak şekilde tatmin ediliyor. Yollar çok ve dağınık olsa da hepsinin sonu mağazalara çıkıyor. Hep daha hızlı tüketilen, yok edilen, yıpranan, yerine yenisi konulan ve ıskartaya atılan şeyler ihtiyacımız haline geliyor. Bu durum insan ilişkilerine de yansıyor. Uzun süreli ve kalıcı ilişkiler, dostluklar artık mümkün olmuyor. Kısa süreli ilişkiler, tüketilen arkadaşlıklar ortaya çıkıyor. İnsan sürekli bir sıkılma halinde. Bu durumda sürekli her şeyi tüketmeyi arzuluyor.  

Sanat eserinin önemi bugün reklam ve ünle ölçülüyor. Hitap ettiği kitle ne kadar büyükse sanat eseri de o kadar büyük oluyor. Yaratının büyüklüğünü belirleyen şey imgenin gücü ya da sesin işitilme gücü değil, röprodüksiyon ve kopyalama makinelerinin verimliliği oluyor. Sonuçta önemli olan, neyin kopyalandığı değil, kaç kopyanın satıldığı haline geliyor. 

En çok satan kitaplar, yemek ve diyet kitapları. Tüketicilerin bedeninin, kendi başına amacı ve değeri ortaya çıkıyor. Çoğalan bedensel hazlar, nihai bir gayeye dönüşüyor. Beden, tüketim toplumunda fitnes’a tabi tutuluyor. Bedeniniz ne kadar fit ve formda olursa olsun, daha fit hale getirmeniz mümkün oluyor. Fit olma mücadelesi, kısa sürede bağımlılığa dönüşen bir saplantı haline geliyor.

Bauman kitabında Observer Magazine’den şu sözlere yer veriyor: “Su gibi akmalısınız… hızla ilerlemeli, akıntıya asla karşı koymadan, hiçbir yerde durağanlaşacak veya nehir yataklarına, kayalara yani yaşamımızda sahip olduğunuz şeylere, tanık olduğunuz durumlara veya karşılaştığınız insanlara takılacak kadar uzak kalmadan ilerlemelisiniz. Geçerken kendisini size sunan şeylere dokunup, ardından kavramadan gönüllüce onları bırakmalısınız.”  Bu durumda içerik, anlık bir bakışa, gelip geçici bir tahayyüle, uçucu bir görüntüye dönüşüyor. 

Bauman, Postmodernizm ve Hoşnutsuzlukları kitabında, Georges Balandier’in şu sözlerine yer veriyor:“Bugün her şey karışıyor, sınırlar yer değiştiriyor, kategoriler bulanıklaşıyor. Farklar siliniyor, çoğalıyor, neredeyse serbest kalıyor ve hareketli, bir araya getirilebilir ve manipüle edilebilir yeni oluşumlar için kullanılabilir hale geliyor.” Bauman’a göre imaj sanayinin bize sunduğu şeyin belirsizliktir. Bu dünyada her şey olabilir ve her şey yapılabilir fakat ebediyen kalacak hiçbir şey yapılamaz; olan her şey geliyorum demeden gelir ve haberimiz olmadan da ortadan kaybolur. Öz-imge de, anlık alınan ve her biri kendi anlamını taşıyan fotoğrafların oluşturduğu bir koleksiyondur. Kişi, tıpkı bir ev yapmak gibi sabırla ve tedricen kendi kimliğini örmek yerine bir dizi yeni başlangıçlarla, anında kurulan fakat kolayca da yıkılan şekilleri üst üste çiziyor; parşömen bir kimlik yaratıyor. Bu, bu dünyaya uyan bir kimlik türüdür. Çünkü bu dünyada unutma sanatı en az hatırlama sanatı kadar değerlidir, sürekli uyum koşulu öğrenme değil unutmadır. 

Hayat, bir duyum-toplama ve duyum-artırmaya dönüşüyor.  Her yeni duyum bir öncekinden daha büyük, güçlü ve coşkun olmalıdır. Bu durumda sürekli olarak İnsanın türünün zayıflığı mesajı yerine insan türünün sonsuz gücü karşısında bireyin onarılamaz zayıflığı mesajı veriliyor.  

Her şey akıp geçiyor. Her şey tüketilir hale geliyor, haz nesnesine dönüşüyor. Hız başımızı döndürüyor. Hızlandıkça kayboluyoruz. İlişkilerimiz de akıp gidiyor. Her şeye tüketilebilir bir gözle bakıyoruz. Bir görünüp bir kayboluyoruz. 

Yaşamlarımız bir instagram hikayesi gibi adeta…