Hakan Yılmaz "Dava" isimli bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...
Ahmet Cemal, Kafka’nın Dava romanının girişinde, “Kafka, Dava ve Gerçeklik” adlı yazısında, Albert Camus’nün, 1946 yılında Combat gazetesi için kaleme aldığı “Ne Kurban Ne de Cellat” adlı denemesinden söz eder. Bu denemede Camus, “Korku Çağı” başlığı altında şu düşünceleri dile getirir:
“17. yüzyıl, matematiğin çağıydı, 18. yüzyıl doğa bilimlerinin, 19. yüzyıl ise biyolojinin çağıydı. Bizimkisi, yani 20. yüzyıl ise korkunun çağıdır. Şimdi bana yanıt olarak korkunun bir bilim olmadığı söylenecek. Ama bilimin bununla yine de bir ilintisi var, çünkü bilimin son kuramsal ilerlemeleri onu kendi kendisini yadsımaya sürükledi, uygulamada eriştiği yetkinlik düzeyleri ise bütün dünyayı yıkıma götürme tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı. Ayrıca korku, tek başına ele alındığında, her ne kadar bir bilim sayılamaz ise de, onun bir teknik olduğundan kuşku duyulamaz. Çünkü yaşadığımız dünyada en çarpıcı nokta, insanların çok büyük bölümünün bir geleceklerinin bulunmayışıdır. Oysa geleceğe, olgunlaşmaya ve ilerlemeye yönelik bir umut olmadan anlamlı bir yaşamdan söz edilemez. Bir duvarın önünde yaşamak, köpekler gibi yaşamaktan farksızdır. Gerek benim kuşağımın insanları, gerekse bugün işletmelere ve fakültelere girmekte olan insanlar köpekler gibi yaşadılar ve yaşamaktalar. İnsanların önünde duvar örülmüş bir gelecekle yüz yüze yaşamaları elbet ilk kez olmuyor. Ama insanlar daha önce bu duvarları sözün ve çağrının yardımıyla aşarlardı. Umutlarını oluşturan başka değerlere atıfta bulunurlardı. Bugün ise (kendilerini yineleyip duranların dışında) artık kimse konuşmuyor, çünkü dünya bize uyarıları, öğütleri, dilekleri duymayan kör ve sağır güçlerce yönetiliyormuş gibi gözüküyor. Kısa bir geçmişte yaşadığımız yılların sergilediği oyun, içimizde bir şeyi yıktı. Ve bu şey de insanoğlunun bir başka insanla insanlığın diliyle konuştuğu takdirde, onca insanca tepkiler yaratabileceğine yönelik o sonrasız güven duygusu. İnsanlar arasında sürüp giden uzun diyalog, artık kesildi. Ve diyalog yoluyla ikna edilemeyenlerin insanda ancak korku uyandırması da son derece doğaldır.”
Kafka tüm eserlerinde, Camus’nün sözünü ettiği bu korkuları, korku çağını anlatır.
Dava romanı; “Tutuklanma”, “Bayan Grubach’la/Ardından Bayan Bürstner’le Konuşma”, “İlk Soruşturma”, “Boş Toplantı Salonunda/Üniversite Öğrencisi/ Kalem Odaları”, “Dayakçı”, “Amca/Leni”, “Avukat/Fabrikatör/Ressam”, “Tüccar Block/Avukat’ın Azli”, “Katedralde” ve “Son” bölümlerinden oluşur.
Roman şu sözlerle başlar:
“Biri Josef K.’ya iftira etmiş olmalıydı, çünkü kötü bir şey yapmamış olmasına karşın bir sabah tutuklandı.”
K. odasında bekler. Tutukludur fakat bir suçu yoktur, kendisine bir şey söylenmez. Tutuklu olmasına rağmen normal yaşamanı sürdürebilir. K.’yı gözetleyen üç genç, onunla aynı bankada çalışan memurlardır. Kirada oturduğu pansiyonun sahibi Bayan Grubach olayı öğrenir. Ona göre bu tutukluluk bir hırsızın tutuklanması gibi değildir. İnsan bir hırsız gibi tutuklanırsa, o zaman iş kötüdür, ama bu tutuklanış ona, anlamı derin bir şeymiş gibi gelir.
Ertesi pazar olayla ilgili küçük bir soruşturma yapılacağı, K.’ya telefonla bildirilir. K.’ya gelmesi gerektiği binanın numarası söylenir. Bina uzaktadır. Yolda üç banka memuruyla, Rabensteiner, Kullych ve Kaminer’le karşılaşır. Binaya girdiğinde bir kadın kapıyı kapatır. Çünkü içeri başka kimsenin girmesine izin yoktur. K. çatı katındaki salonda konuşur:
“Benim başıma gelen, tek bir olay ve bu niteliğiyle ciddiye de almadığım için, çok önemli değil; ama bu olay, pek çok kişiye uygulanmakta olan bir işlemin göstergesi. Ben burada kendimi değil, onları savunmak için bulunuyorum. Bundan yaklaşık on gün kadar önce tutuklandım, tutuklanma olgusunun kendisine yalnızca gülüp geçiyorum, ama şimdi konumuz bu değil. Sabahın köründe yatağımda baskına uğradım, belki de –sorgu yargıcının söylediklerine bakılırsa, böyle bir şey olasılıkdışı değil–, evet, belki de gelenlere, yine benim gibi suçsuz olan herhangi bir badanacıyı tutuklama emri verilmişti, fakat beni seçtiler.”
K., bu sözlerin arkasından binadan ayrılır. K., ondan sonraki bir hafta boyunca her gün yeni bir haber bekler. Haber gelmeyince pazar günü aynı yere tekrar gider.
Binadaki kadın sorgu yargıcının çok rapor yazdığını, özellikle de K. ile ilgili olarak rapor hazırladığını söyler. K.’nın ifadesinin alınması pazar günkü duruşmanın esas konularından biri olmuştur. Kadın ansızın konuşmasını keser, sakinleştirmek istiyormuş gibi elini K.’nın elinin üstüne koyar ve fısıldar:
“Susun, Bertold (öğrenci) bize bakıyor!”
Öğrenci K.’ya içeri girdiğinde gitmesi gerektiğini belirtir. Bu sırada K. mübaşir ile karşılaşır. K., biraz arkasından gelen mübaşiri bekledikten sonra, “ne kadar aşağılanmış olmalı bu insanlar,” der. Mübaşir, evet, bunlar, davalılar, burada gördüklerinizin hepsi davalı” karşılığını verir. Herkes davalıdır ve bekler. K. işlerin nasıl yürüdüğünü görür ve gitmek ister fakat mübaşire göre K., henüz her şeyi görmemiştir.
K. bankada akşam bir odanın içinde üç adamı görür. Bunlar K.’yı gözetleyen üç memurdur. K. onları sorgu yargıcına şikayet ettiği için dayak yerler. Onlar için her şey bitmiştir, meslekleri son bulmuştur, nöbet hizmetinden çok daha alt düzeyde işler görmek zorunda kalacaklardır.
K.’nın taşrada küçük bir toprak sahibi olan amcası Leni, bankaya gelir. K.’nın akrabalarını, temiz adlarını düşünmesi gerektiğini söyler. Bugüne kadar onunla onur duymuşlardır fakat şimdi utanç içindedirler.
K. amcasına normal bir mahkemenin baktığı bir davanın söz konusu olmadığını belirtir. Amcasına göre bu daha da kötü bir durumdur. Birlikte Avukat Huld’a giderler. Huld, amcasının okul arkadaşıdır. Huld hem ceza avukatıdır hem de yoksullara yardım eden bir avukat olarak büyük ünü vardır.
Avukat gülümseyerek şunu söyler:
“Ben bir avukatım, mahkeme çevrelerine girip çıkıyorum, oralarda çeşitli davalardan ve bu arada daha dikkat çekici olanlardan söz ediliyor, özellikle bir dostun yeğenine ilişkin olandan söz edildiği zaman insan bunu belleğinde tutuyor. Bunun tuhaf bir yanı yok.”
Avukat onları bir kalem müdürü ile tanıştırır. Bu sırada dışarıdan bir gürültü gelir ve K. odadan çıkar. Bakıcı kız Leni’yi görür. Leni, onu dışarı çıkarmak için duvara bir tabak fırlatmıştır. K., şaşırır. Leni gelenin sorgu yargıcı olduğunu belirtir ve şunları söyler:
“İnsan bu mahkemeye karşı kendini savunamaz, itiraf etmek kaçınılmazdır. Siz de ilk fırsatta itirafta bulunun. Ancak ondan sonra işin içinden sıyrılma olanağı vardır, evet, ancak ondan sonra. Ama bunun da dışardan yardım almaksızın gerçekleştirilmesi düşünülemez, fakat bu yardım yüzünden korkuya kapılmayın, size ben yardımcı olmak istiyorum.”
Davalının ifadesinin alınmasıyla gözlem altında bulundurulması önemlidir. K., davanın halka açık olmadığını gözden kaçırmamalıdır, mahkeme gerekli gördüğünde halka açık da olabilir, fakat yasa böyle bir açıklığı öngörmemiştir. Mahkemenin yazıları, özellikle de iddianame davalıya ve onu savunanlara kapalıdır, bu nedenle ilk dilekçeyle neye itiraz edileceği genellikle ya da en azından kesin olarak bilinmezdir.
Mahkemenin kendi içindeki hiyerarşik düzeni sonsuzdur ve içeride olanlar için bile anlaşılmazdır. Doğru olan tek şey mevcut durumu kabullenmektir. Davalı bir avukat seçtiğinde dava sonuna kadar her ne olursa olsun o avukatta kalmak zorundadır. Kısacası ortada ne kadar süreceği bilinmeyen bütün bir dava vardır.
Bankaya gelen fabrikatör, K.’ya davasından söz eder ve “arada sırada mahkeme hakkında bir şeyler öğrenirim” der. Davayı Titorelli (ressam) adlı birinden duymuştur. Asıl gelir kaynağı portre ressamlığıdır. Mahkeme için çalışır. Çok sayıda yargıç tanır ve çeşitli nüfuzlu kişilere nasıl yaklaşılabileceği konusunda tavsiyelerde bulunur. K. ressamın evine gider. Kapıda kızlar vardır, sonra içeri girer. Bir resim (Adalet Tanrıçası) üzerine konuşurlar. Sol eldeki terazi adaleti temsi eder, bunun dengeli dağıtılmasını anlatır. Sağ elde iki ucu keskin kılıç, adaletin verdiği cezaların gücü ve caydırıcılığını ifade eder. Gözdeki bağ ise, tarafsızlığı simgeler. Sonrasında bir yargıcın resmi üzerinde dururlar. Resimdeki yüksek bir yargıç değildir ve hiçbir zaman da böyle bir koltukta oturmamıştır. Bir mahkeme başkanıymış gibi oturur. Burnu büyük insanlardır. Ama resimlerini böyle yaptırmaları konusunda yüksek makamlardan alınma izinleri vardır. Herkesin kendini nasıl resmettirebileceği kesin kurallara bağlanmıştır.
Ressam, K.’ya “suçsuz musunuz?” diye sorar. K. da “evet,” der. Şimdiye kadar onu kimse böylesine açık biçimde sorgulamamıştır. Ressam, “suçsuzsanız, o zaman mesele çok kolay demektir” diye karşılık verir. K. da şunu söyler:
“Önemli olan, mahkemenin saplanıp kaldığı bir sürü ayrıntı. Ne var ki mahkeme sonunda, daha önce hiçbir şeyin bulunmadığı bir yerde bir suç bulup ortaya çıkarıyor.”
Ressama göre mahkeme, inancından asla döndürülemez. Burada bir tuvale yan yana bütün yargıçların resmini yapsa ve K. da kendini bu tuvalin önünde savunsa, gerçek bir mahkeme önündekine oranla daha çok şansı olur.
Ressamın yanındaki kızlar da mahkemedendir. Aslında her şey mahkemeye aittir.
Ressamın babası da mahkeme ressamıdır. Bu hep miras yoluyla geçen bir görevdir. Çeşitli memur sınıflarının resimlerinin yapılması konusunda farklı ve her şeyden önce gizli kurallar konulmuştur. Bunlar belli ailelerin dışında bilinemez.
Ressama göre kurtuluş için üç olasılık vardır; gerçek anlamda aklanma, görünüşte aklanma ve sürüncemede bırakmadır. Sözde beraat geçici ve yoğun çaba, sürüncemede bırakma ise daha az ancak sürekli çaba gerektirir. Beraat edilirse bir süre suçlanmadan uzaklaşmış olunur, fakat dava insanın peşinizi bırakmaz ve yukarıdan emri geldiğinde hemen yine başlar. Mahkemenin beraat ettirdiği kişi evine geldiğinde kendisini tekrar tutuklamak için bekleyen görevliyle de karşılaşabilir. Sürüncemede bırakmada önemli olan davanın hep başlangıç noktasında bırakılmasıdır.
Hemen her çatı katında mahkeme kalemleri vardır. Ressamın atölyesi de aslında bir mahkeme kalemidir, mahkeme ona atölye olarak tahsis etmiştir.
K., avukatın evinde tüccar Block ile tanışır. Block’un davası beş yıldan fazla bir süredir devam eder. Başka avukatları da vardır. Tüccara göre kişinin tek başına olaya müdahale etmesi boşunadır. Tüccar, bakıcı kız Leni’ye kendisi hakkında avukata iyi şeyler söylemesi için yalvarır. Block artık avukatın müvekkili değildir, köpeğidir. K. Avukatını azlettiğini söyler.
K., banka tarafından çok önemsenen ve bu kente ilk kez gelmiş olan bir İtalyan iş arkadaşına bazı sanatsal anıtları göstermekle görevlendirilir. Katedralin önünde onu bekler fakat gelmez. K. da katedrale girer. Bu sırada rahip “Josef K.!” “Sen dava edildin,” der. “Evet, bu bana bildirildi” der K. da. “O halde sen, benim aradığım kişisin, ben senin hapishane rahibinim” der rahip. Rahip, mahkeme ve yargılama konusunda bir olay anlatır.
Yasanın önünde bir kapı bekçisi durur. Taşralı bir adam bu bekçiye gelir ve ondan kendisini içeri bırakmasını rica eder. Ancak bekçi, onun yasanın içine girmesine şimdi izin veremeyeceğini söyler. Adam düşünür ve daha sonra girip giremeyeceğini sorar. ‘Olabilir, ama şimdi giremezsin’ der bekçi. Yasaya açılan kapı her zaman açık durduğundan adam kapıdan içerisini görebilmek için eğilir. Kapı bekçisi bunu fark edince güler ve şöyle der:
“Sana bu kadar çekici geliyorsa eğer, yasağıma karşın içeri girmeyi dene. Ancak şunu bil ki, ben çok güçlüyüm. Ve ben sadece en alt derecedeki kapı bekçisiyim. Oysa içeride, salonları bekleyen kapı bekçilerinin her biri ötekinden daha güçlüdür. Üçüncü bekçinin görünüşüne ben bile dayanamam.”
Taşradan gelen adam böyle güçlüklerle karşılaşmayı beklemez, ona göre yasa herkese ve her zaman açık olmalıdır. İçeri girme iznini alana kadar beklemeye karar verir. Bekçi ona bir tabure verip kapının yan tarafına oturtur. Adam orada günlerce ve yıllarca oturur. İçeri girmek için pek çok girişimde bulunur ve bekçiyi yorar. Bekçi onu sık sık küçük sorgulamalardan geçirir, ona vatanına ve daha bir sürü şeye ilişkin sorular sorar, ancak bunlar, efendilerin sordukları türden ilgisiz sorulardır ve sonunda adama kendisini içeri bırakamayacağını söyler. Yolculuğu için iyi hazırlanıp yanına epey bir şeyler almış olan adam, bekçiye rüşvet teklif eder. Adam hepsini alır, ancak alırken de şöyle der: “Bunu sadece bir fırsat kaçırdığına inanmayasın diye alıyorum.”
Yıllar boyunca adam, gözlerini bekçiden neredeyse hiç ayırmaz. Bu arada öteki kapı bekçilerini unutur ve bu ilk bekçi, ona yasaya girmesinin tek engeli gibi gözükür. Bu talihsiz rastlantıya lanet eder, ilk yıllarda bunu yüksek sesle dile getirir, yaşlandığında ise sadece kendi kendine homurdanmaya başlar. Sonunda gözleri zayıflar ve gerçekte çevresinin mi karardığını, yoksa gözlerinin mi kendisini aldattığını bilemez olur. Ama karanlıkta yasanın kapısından dışarıya gölgelenmesi olanaksız bir biçimde vuran parıltıyı çok iyi seçer. Artık yaşamının da sonuna gelmiştir. Ölmeden önce eliyle bekçiyi yanına çağırır. ‘Hâlâ neyi bilmek istiyorsun?’ diye sorar bekçi. ‘Bir türlü doymak bilmiyorsun.’ Adam, ‘herkes yasaya göre ölüyor,’ der, ‘ama nasıl oldu da bunca yıl boyunca benden başka kimse giriş izni istemedi? diye sorar. Kapı bekçisi, adamın sonunun geldiğini anlar ve “burada başka kimse girme izni alamazdı, çünkü bu kapı yalnızca senin için öngörülmüştü. Şimdi o kapıyı kapatmaya gidiyorum” der.
Bu öyküde yasaya giriş konusunda biri başta, biri de sonda olmak üzere, kapı bekçisinin iki önemli açıklaması vardır. Birincisinde, şimdi izin veremeyeceği, ötekisinde ise, ‘bu kapı yalnızca senin için öngörülmüştü denir.
Öyküdeki adam gerçekten özgürdür, nereye isterse gidebilir, yasaya girişi tek bir kişi tarafından yasaklanmıştır. Eğer adam kapının yanında bir tabureye oturmuşsa ve orada bir ömür boyu kalmışsa, bunu kendi isteğiyle yapmıştır, bir zorlama yoktur. Kapı bekçisi memuriyeti nedeniyle görev yerine bağlıdır, dışarıda bir yerlere gidemez ve kendi istese bile içeriye giremez. Yalnızca o kapı yani o adam için çalışır. Bekçi, bu nedenle o adamın emrindedir.
Rahibe göre her şeyi doğru saymak diye bir zorunluluk yoktur, sadece her şeyi gerekli sayma zorunluluğu vardır. K.’ya göre bu karamsar bir görüştür. Bu şekilde yalan, dünyanın düzenine dönüştürülür.
Rahip de mahkemedendir. Mahkeme K.’dan hiçbir şey istemez. Geldiği takdirde onu kabul eder ve gittiği zaman da bırakır. K. da katedralden ayrılır.
Otuz birinci yaş gününden bir önceki akşam, iki bey K.’nın evine gelirler. Ona göre direnmesinin, beylere güçlük çıkartmasının, kendini savunarak yaşamın son parıltılarının da tadına varmaya çalışmasının kahramanca olan hiçbir yanı yoktur. Birlikte kentten çıkarlar ve taşocağına gelirler. Hiçbir şey söylemeden bekleyen K.’yı bırakırlar. K. kendine şunları sorar:
“Hiçbir zaman görmediği yargıç neredeydi? Asla ulaşamadığı yüksek mahkeme neredeydi?”
Beylerden biri K.’nın boynuna sarılır, öteki de bıçağı kalbine saplar.
K., “bir köpek gibi!” der, sanki utanç, ondan sonra da hayatta kalacaktır.
Romanın kahramanı Josef K.’nın sıradan ve rutin bir hayatı vardır. Her gün düzenli olarak işine (bankaya) gider ve bir pansiyonda kalır. Fakat bir gün bilmediği suçtan dolayı tutuklanır. Ortada belirli bir suç yoktur. K. önce korkuya kapılır. Kendisini bilmediği ve anlam veremediği bir yargılama sürecinin içinde bulur. Tutukludur fakat günlük yaşamına devam etmekte özgürdür. Görünmeyen bir yargıç vardır. Çatı katında bir mahkeme salonuna gider, kalem müdürlerini görür, anlaşılamayan bir hukuk düzeninin içinde boğulur. Bilinmezliklerin ortasında, hukuk sisteminin içinde oradan oraya savrulur, sürüklenir. Ne olduğunu bir türlü anlayamaz. Her kafadan ayrı bir ses çıkar. Zamanla güvenini kaybeder, bilinmezliklerle birlikte korkuları da artar. K. aslında yaşamın kendisi yani dünya düzeni tarafından tutuklanmıştır. Fakat bunun bilincinde değildir. Yaşam, dünya onu mahkum, tutsak etmiştir. K.’nın içinde bulunduğu mahkeme süreci ile yaşam süreci aslında aynıdır. K., yaşamın içinde tutuklu kalmıştır ve çaresizdir. Ve sonunda öldürülür, yok edilir. Hatta bir köpek gibi öldürüldüğünü söyler. Hiçbir değeri yoktur. Ona yüklenen suç ve utanç ondan sonra da devam edecektir.
Kafka, Camus’nün ifade ettiği korkuları, korku çağını Dava romanında K. karakteri ve onun davası üzerinden anlatır. Sistemin ve düzenin nasıl bir korku yapısı oluşturduğunu gösterir. Belirsizliği, güvensizliği ve baskıyı ortaya koyar. Onun gösterdiği bu durum çok geçmeden Avrupa’da faşizm olarak karşımıza çıkar. Kafka faşizmin ayak seslerini aktarır. İnsanlar arasındaki diyalog kesilir. İnsanda sürekli korkular uyandırılır. Her şey korkuyla yapılır, korku sistemi ve ilişkileri şekillendirir. Bu durumda da insan ve umut kaybolur. Kısacası insani olan ne varsa ölüme mahkum edilir.