Hakan Yılmaz, "Ölüm: Seyirlik Bir Nesne" başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...
“Onlar, yaşamları gibi, ölümleri de ellerinden alınmış insanlar.” “Yaşamın Ucuna Yolculuk” Tezer Özlü
Narin, hem yaşamı hem de ölümü elinden alınmış bir çocuk. Ne yaşamı onundu ne de ölümü onun. Tabutuna konulan bir gelinlikmiş meğerse tüm hayatı ve ölümü. Hayatı da ölümü de bir gelinlik kadarmış.
Yaşar Kemal’in, İnce Memed romanında, Hürü Ana şunları söylüyor:
“Devir döndü Ağam, insan azgınlaştı... Eskiden bir tek insanın tırnağına taş deyse, bir oymağın, bir aşiretin, bütün şu dünyadaki insanların yüreğine değmiş gibi olur, herkesin yüreği sızlardı. Şimdi ya, şimdi herkes birbirinin ölüsüne basıp geçiyor, basıp geçiyor.”
Bugün bizlerse ha bire seyrediyoruz ölenleri, ölenlerin mahremiyetini fütursuzca iğdiş ediyoruz. Ölenleri her yerde paylaşıyoruz. Özellikle sosyal medyada ölülerin sunumlarını yapıyoruz. Hikayelerimize koyuyoruz. Bir sonraki hikayemizse, gittiğimiz bir konser, yediğimiz bir yemek, bir fitness ya da güzellik salonu, bir doğum günü partisi vb. Arada bir yerde ise Narin, iki kelime yazıyla.
Narin, kendi görünürlüğümüz için bir paylaşım nesnesi, bir meta haline geldi. Görmenin ve göstermenin vahşi cazibesi, azgınlığı. İçi boş ölüm söylemleri. Herkes paylaştı ya ben de eksik kalmayım sürüsü. Görev tamamlandı, rahat edebilirim, rahatça uyuyabilirim.
Dedektiflik oynuyoruz. Ölümleri kriminal bir seyirliğe dönüştürdük. Bir polisiye roman okur, film izler gibi. Merakımızı tatmin ediyoruz. Bizi ilgilendiren nasıl öldü, kim öldürdü dizgesi. Bilirsek içimiz rahatlayacak, merakımız gidecek. Neden öldürüldü peki? Bir çocuk neden öldürülür, öldürülebilir? Bu şiddet neden? Buna hep gelip geçici cevaplar veriyoruz. Bizim kronik hastalığımız, sorunları sümen altı etmek, görmezlikten gelmek. Çözüm üretemiyoruz toplumsal sorunlarımıza. Magazin peşindeyiz. Hepsi bu…
Zygmunt Bauman’ın, “Postmodernizm ve Hoşnutsuzlukarı” kitabında ifade etiği gibi, bugün ölüm, medyatik bir an, izleyenler için taşıdığı azıcık gerçeklik yüzünden hemen zayıflayıveren, kaçıp gidiverecek bir duyguyu canlandıran bir olay haline geliyor. Söz konusu olan her zaman yabancı ve uzak bir ölüm, başkalarının ölümü.
Ölüm bir seyir nesnesi haline gelmiş durumda. Yaşadığımız acılar ve ölümler bir seyir malzemesine dönüştü. Ve daha vahim olanı sosyal medyada ölümleri beğenir olmak. Yaşama ve ölüme dair anlam dünyamız boşaldı. Görüntülerle örülü bir ağın içinde çırpınıp duruyoruz. Görüyoruz, paylaşıyoruz ve her şey bitiyor. Gösterme arzusu ve teşhircilik, yaşam da ölüm de bunların üzerine şekilleniyor.
Yaşamımız da ölümümüz de seyirlik bir hal aldı.
Bakıp geçiyoruz, bakıp geçiyoruz.