Prof. Dr. Cantürk Kayahan, "Şehirler Konuşur mu?" başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...

“Bazen hayat kafanıza bir tuğla ile vurur; sakın inancınızı kaybetmeyin” ve “Eğer her gününüzü hayatınızın son günüymüş gibi yaşarsanız; günün birinde haklı çıkarsınız” 

Steve Jobs

Şehir kimliğinin oluşumu zaman alan bir süreçtir. Kimliğin oluşumunda kurumlar, tarihi doku, sanayi, STK’lar, eğitim kurumları ve insanlar etkilidir. Bence özellikle bir şehri konuşturan ve yaşatan ise insanlarıdır. Şehri konuşmak için ilk yapacağınız iş tarihinizi bilmektir. Bugünü anlamak için ise yapacağınız ilk iş, doğru insanlarla konuşmak ya da iletişim kurmaktır. Bugünkü yazımız kapsamında da bir şehrin mekânını tanımlayan, değerlendiren ve sınıflandıran gündelik dili ifade etmek için “şehir konuşması” terimini kullanabiliriz. Afyonkarahisar ilimiz de zengin bir tarihi mirasa sahiptir. Bugün ise bu tarihi mirasını “zafer ile bütünleştirmiş, turizm ile geliştirmiş ve sanayisi ile büyütmüştür”. Ancak şehrimiz bu gelişmelere ne kadar ayak uydurmuş ve bunu yaşatmıştır, bence bunları bugünden tartışabilmeliyiz. Toplum yönetiminin temeli de bununla ilgilidir. Belki geçmişte ve bugün, şehir temsilcilerimiz bir şeyler yapıyorlar ya da yaptıklarını düşünüyorlar. Bunu hep beraber gelecekte göreceğiz. Ancak şunu söyleyebiliriz ki bugünkü yapılanlar sıradan olmamalı, geleceğe izler bırakabilmelidir. Bence yerel yönetimler özelinde Türkiye’de herkes kendine göre bir şeyler yapmamalı ve şehirler kendi haline bırakılmamalıdır. Aksi takdirde hataları, ihmalleri ve riskleri yaşarız, yaşatırız; ardından pişmanlıklar duyarak, ömrümüzü de tüketir gideriz. 

Şimdi gelin tarihi bir süreçten bugüne şehrimizi okumaya çalışalım. 19. Yüzyılda Afyonkarahisar’ı ziyaret eden birçok yerli ve yabancı yazar ya da gezgin ilimizi, yeşil, belli bir odağa sahip ve kabuğunu kıramayan bir şehir olarak açıklamıştır. Örneğin ilimizi ziyaret eden bir misyoner olan Agnes Dick Ramsey “19. Yüzyıl Sonlarında Türkiye’de Günlük Yaşam” isimli eserinin kapağında Afyonkarahisar ilimizin resmini kullanmış ve ilimizi anlatmıştır. Şehir merkezinin keşmekeşliğini eleştirirken o günlere ait ürünler hakkında da bilgi vermiştir. Aynı kitapta Sandıklı, Şuhut ve Bolvadin üç höyük bölgesine ait atıflar yapmıştır. Bu kitap bence mutlaka okunması ve yorumlanması gereken önemli bir kaynak olarak duruyor. 

Diğer önemli bir eser, Albert Helbig’in 1891 yılında ilimizi ziyareti ile ilgili tespitleridir. Bu tespitlerle bizleri tanıştıran ise Kocatepe Gazetesi yazarlarımızdan Hasan Tahsin Günek’tir. Onun yazısı bende birçok açıdan önemli farkındalıklar oluşturdu. Özellikle anlatılan ziyarette yazarın Afyon’u ilk gördüğünde manzaradan çok etkilendiğini anlıyoruz. Sadece bu yazar değil birçok Avrupalı yazar kalemizi ve çevresini “koni”ye benzetmiştir. Bugün Hıdırlıktan Çavuşbaş’a yeni teleferik alanının oradan inerseniz, aynı görüntüleri yakalayabilirsiniz. Dışarıdan ziyaretçilerin tamamı üç koni’nin tema olarak ön plana çıktığını vurgulamaktadırlar. Bunun yanında kalenin girişinde “beyaz mermerden bir aslan ve sakallı bir adam başı” olduğunu vurgulamışlardır. Şimdi bunlar nerede kim bilir…

Türkiye’nin ilk üniversite Rektörü, İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun 1943 Afyonkarahisar milletvekili olduğunu biliyor muyuz? Ziyaretinde şehirde eleştirdiği ilk şeyin otel olması ya da olmaması ve istemeyerek şehre gelmesi. Dolayısıyla ilimizle ilgili bir proje yapacaksak geçmişini çok iyi bilmeliyiz. Şehri oluştururken ya da kurgularken sadece bugüne değil geleceğe yatırım yaptığımızın farkında olmalıyız. Baltacıoğlu kalkınmanın “din, dil ve sanat” ile olacağını belirtmiştir. Emin olun ilimiz, bence üçüne de sahip. Peki neden mi istenilen düzeyde kalkınamıyor, onu da kendimize soralım… 

2000’li yıllarla birlikte ise bence Afyonkarahisar ilimizde değişim başlamıştır. Bu değişimde kuşkusuz üniversitemiz sosyolojik bir dönüşüm merkezi olmuştur. Çünkü hem akademik hem de öğrenci odaklı, dışardan zorunlu kalıcı ziyaretçi akını başlamış ve şehirdeki değişimde kendisini göstermiştir. Bunun yanında ilimizin yapısal değişimini ilk fark edenlerden birisi “Özdilek” firması olmuş ve 1994 yılında, ilin en ücra yerine ağırlama merkezini konumlandırmıştır. İlginç olan ise bu değişimi yine Afyonlu olmayan bir firmanın başlatmasıdır. İkbal otelin ilk beş yıldızlı otel olarak açılmasıyla başlayan konaklamada ki mantıksal değişim süreci ise bugüne gastronomi şehri hüviyetini kazandırmıştır. Bana göre son 20 yılda Afyonkarahisar’da yapılan en önemli sosyal altyapısal projelerden birisi “Akarçay”, diğeri “Ayazini” bölgesel dönüşümüdür. Akarçay projesi, her ne kadar ödüllü bir proje olsa da bence kurgusal birçok hataları olan bir projedir. Şehre başlangıçta rantsal bir katkı sağlamış ve sonrasında bölgesel değişimin odağı haline gelmiştir. Halbuki dünyadaki birçok örneği olan “tematik bir park” mantığında dönüşümü yapılmış olsaydı, yaşardı, yaşatırdı; çekim merkezi de olurdu. Bu noktada teşhisin doğru yapıldığını ama tedavinin doğru olmadığını söyleyebiliriz. Ayazini projesini ilginç kılan ise, yapılması için yaklaşık 3000 yıl bir Vali’nin beklenmesiydi. Burası kurtuluş savaşı sürecinde de kullanılan, birçok Yunanlı askerin günlüklerinde de kendine yer bulan bir bölgedir. Keşfedilebilmesi için düşünün artık 3000 yıl bekledik. İlimiz ve ilçelerimiz, kasabalarımız ve de köylerimiz emin olan daha ne güzellikler ve zenginlikler barındırıyor. Peki bu yeni fırsatları keşfetmek ya da farkına varabilmek için daha kaç bin yıl bekleyeceğiz, matematikçi arkadaşlar hesaplarsa memnun olurum…     

Bugüne geldiğimizde şehrimizde tematik olan üç koniyi net göremiyoruz, şehrin örnek mimarisini, yaşayanları yaşatanları da… Halbuki sadece şehrin odağı üç koni’yi korumuş olabilseydik ve şehri buna uygun mimari olarak yerleştirip, konilerin etrafını parklarla bütünleştirebilseydik emin olun eski ile yoğrulmuş Avrupai bir şehir olurduk. Aslında benzer hataları diğer birçok şehirlerimizde de görüyoruz. Şehirler konuşur mu? dedik. Evet, bence şehrimiz ya da şehirlerimiz konuşabilseydi, hatalarımızı “siz sadece bugünü düşündünüz; halbuki modern insan 200.000 yıldır vardı. Yeterrr” diye muhtemelen haykırırdı…