Hakan Yılmaz, "Her Tepeden Bir Gün Doğar" başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...

Yaşar Kemal’in, “İnce Memed” romanında Hürü Ana şunları söylüyor: “Umudun ölmesi, insanın ölmesinden daha beterdir Alim. İnsan ölür, ölüm haktır. En kötüsü, beteri, dayanılmazı umudun ölmesidir. Her Tepeden Bir Gün Doğar.” 

Her tepeden yeni bir gün doğuyor. Bunu görebilmek, hissedebilmekse içimizdeki çocuğun elini tutabilmekle, onun gözleriyle dünyaya bakabilmekle mümkün. O çocuk kocaman açılmış gözleriyle, hayretle bakıyor dünyaya. Yaşar Kemal’in 14 yaşındaki çoban çocuk Müslüm’ü mesela. Onun canı hiç sıkılmıyor. Bir küçücük kuşa, bir arıya, böceğe, kartala dalıp gidiyor, onların yaşamına giriyor, onlarla birlikte oluyor ve kendini unutup gidiyor. 

Dursun Dede’ye her gün aşkla yeni bir gün doğuyor, her gün yeni yıldızlar döşeniyor gökyüzüne. Dünya her gün güneş doğarken deri değiştiriyor, yepyeni terütaze oluyor. İnsan, her insan tan yerleri ışırken yeniden doğuyor. Toprağa düşen her tohum, toprağı yaran her filiz yeni. İnsan muhabbete, insan sevgiye doğuyor... İnsan, insana doğuyor... 

“Evreni sevgi yarattı, toprağı, gökyüzünü sevgi yarattı, onun içindir ki evren böylesine sonsuz, toprak bu kadar zengin, yaratıcı, gökyüzü böylesine ışık kaynağı.” Hayranlığımız evrenin her bir zerresine. Zerredeki evreni görebilmeye, bulabilmeye. 

Yaşar Kemal’in tüm romanlarında doğa/evren ile insan birlikte, el ele, gönül gönüle. Doğanın halleri, insanın da halleri. Hayranlık doğaya, hayretle bakış ve yaşayış doğada. “İnce Memed” romanında bu hayreti, bu hali, Anacık Sultan’a şöyle söyletiyor Yaşar Kemal: 

“Keramet sende bende değil, keramet toprakta, insanlıkta.... Her şey oralarda. Her şey çiçekte, her şey otta. Keramet şu durmadan doğuran toprakta. Bütün tılsım şu şırlayarak gelen ışıkta.” 

Keramet doğuran toprakta, bir çiçeğin açışında. Doğanın, evrenin hallerinde. Bu giz, sır toprağa dökülen, gökyüzünde parlayan ışıkta, karanlığı aydınlatan ışıkta, o ışığa bakan gözde, gören gönülde. 

Arılar, çekirgeler, karıncalar uyanıyorlar, yuvalarından dışarıya, ıslak toprağın üstüne çıkarlar ve doğan günü beklerler. Romanlarında seher yeli tatlı tatlı eser. İnsanların içi ürperir. İnsanda belli belirsiz bir sevinç, bir umut yeşerir. Bulutlar sırmalanır. Deniz Küstü’de, insan ılık, okşayan seher yelinde anadan yeni doğmanın sevincinde, yaşamanın güzelliğinde, içi içine sığamamanın tadındadır. Üç Anadolu Efsanesi’nde Ağrıdağın çobanları bin yıllık sevda toprağının üstüne otururlar ve tan yerleri ışırken kavallarını çalarlar. 

Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana’da, Emir Sultan, Poyraz’a, “biz insanoğluyuz, doğumdan ölüme kadar başımızdan geçmeyen kalmaz. Yalnız şunu bil ki kardeş, insanoğlu her gün anasından terütaze doğmuş gibi bir kez daha doğar, her gün doğan günle birlikte doğar” diyor. Poyraz da doğar mı?" diye kendini tutamayarak soruyor. Bunun üzerinde de "yeter ki her sabah günle birlikte doğmayı isteyelim," diyor Emir Sultan.  

Karıncanın Su İçtiği’nde Nişancı şunu söylüyor: 

“Ben tepeden tırnağa büyülenmiş bir insanım kardeş. Büyü insandadır. Büyü insanın gözündedir. Büyü insanın kulağında, burnunda, yüreğindedir.” 

Tanyeri Horozları’nda, Dengbej Uso, türküsünü kurda kuşa, börtü böceğe, geceye, denize, ay ışığına söyler, esen yele, kokan çiçeğe okuyor. 

Zulmün Artsın’da bir bağbozumu, bir şafak vakti, yunmuş arınmış, bir seher yeli yaylada, kokulu, mavi çiçek açmış bir yarpuz alanı, inceden yağan sessiz bir yağmur, bir düşün güzel umudu geliyor insanın gözünün önüne.

Her insan güneşle birlikte yeniden doğuyor. Bir büyü gibi gökyüzü, doğa. Güneşle dünyanın tüm güzel kokuları saçılıyor. 

Yaşar Kemal tüm eserlerinde, doğa ile evren ile insanın yaşadığı birlikteliği, bütünleşmeyi anlatıyor. Doğaya, evrene bakan o çocuk gözlerde umut hiç eksik olmuyor. İnsanın yüreği taşıyor, içi içine sığmıyor.