Hakan Yılmaz, "Hayatın Nefesi, Hayatın Sesi" başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...

İnsan var olduğundan beri evreni merak etmiş, anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmış.  Evreni anlamak ve açıklamak düşüncesi de kozmolojiyi ortaya çıkarmış. 

Kozmoloji (kozmologi); cosmos (düzen sahibi evren) ve logos (düzenleyici akıl, ilke) kelimelerinden oluşur. Evrenin ve varlığın neden bir kaos değil de kozmos (düzen) olarak var olduğu sorusuna cevap aranır. 

 Farabi’ye göre hayatta “ilahî, tabiî ve iradî” konular yer alır. Bu üç konu metafizik- teoloji, tabiat felsefesi-kozmoloji ve insan-ahlak-siyaset alanlarını ifade eder. Böylece metakozmos (Tanrı), makrokozmos (tabiat-evren) ve mikrokozmostan (insan) ortaya çıkar. 

İsmail Taş’a göre, insanı canlı hâline getiren olgu, Tanrı’nın insana ruh üflemesidir. İnsanın yaratılmasında kullanılan malzemeler, evrenin yaratılmasında da kullanılır. Bu yönüyle insan, kozmik bir anlamı ifade eder. İnsan evrenin içinde yaşar, aynı zamanda insanın içinde de bir evren yaşar. Makrokozmos, mikrokozmostur; mikrokozmos da makrokozmostur.

Şeyh Darkavî’ye göre, “nefs, uçsuz bucaksızdır; bütünüyle kozmostur. Çünkü onun kopyasıdır. Âlemde bulunan her şey neftse mevcuttur; aynı şekilde neftse bulunan her şey âlemde mevcuttur.” Jung da aynı görüştedir: “Makrokozmosta olan her şey, nefsin sonsuz ve en sübjektif alanlarında cereyan eder.”

İhsan Oktay Anar, Suskunlar romanında kozmoloji ile müzik arasında bir ilişki kurar. Romanda Eflatun duyduğu bir sesin peşine düşer. Buradaki ses, Eflatun’u sırların sırrına, hakikatin kendisine götürecek olan sestir. Onu çağıran sesin sahibi Şeyh İbrahim Dede, mürşid-i kâmildir; yani hakikatin habercisidir. Romanın Dügâh başlığını taşıyan ikinci bölümünde, Eflatun’un kendisini çağıran sesin peşinden gidişi anlatılır. Galata Mevlevihânesi’nde derviş hücrelerinin bulunduğu yere girdiğinde Eflâtun, açık bırakılmış bir kapıdan gelen sesleri duyar. İçeriden gelen neyin sesi karşısında hayrete düşen Eflâtun’un hâli şöyle anlatılır:

Eflâtun’un kalbi güm güm atıyordu. İsmail Dede’ye büyük bir heyecanla, “Merakımı affedin efendim,” dedi. “Ama bu tap tap sedâların eşliğindeki, o muhteşem ses hangi sazdan geliyor?”

İsmail Dede gülerek cevap verdi:

“O saz neydir.”  

Eflatun’un kalbini güm güm attıran neyin sembolik bir anlamı vardır. Neyin sesi, musikinin/sesin kökenini ifade eder. Bu da Tanrı’nın üflediği hayat nefesidir.

Romanda Muhteşem Neyzen Batın Efendi hayat nefesini üfleyen, evreni ve insanı yaratan Tanrı’yı temsil eder. Tağut ise hayat nefesinin peşinde koşan, bunun için de İstanbul’daki ünlü musikişinasları öldürten caniyi, şeytanı temsil eder. Eflatun ise Tanrı’dan gelen bu sesi arayıp bulmaya çalışan derviştir

Hani derler ya! Güya ki dem'in burnuna hayat nefesi üflendi ve güya ki bizler hâlâ o nefesi solumaktayız… Yine biz fanilerin burnuna o muhteşem Neyzen'in 'hayat nefesi'ni üflediğini, ama bunun sadece 'nefes' değil, daha da ötesi, bir 'nağme' olduğunu söyleyenler de çıkmamış değildir. Ömrümüz boyunca belki de bu nağmeyi mırıldanırız.

Tevrat’ın Yaratılış Bölümünde Dünya’nın yaratılışı, oluşumu anlatılır. Tanrı dünyayı altı günde yaratmış, yedinci günde dinlenmiş ve bu günü de kutsamıştır. Anar romanında bu yaratılış bölümünü işler. Romanında yaratılışın bölümlerini musiki makamlarına dönüştürür. Yaratılış günleri; birinci gün Yegah, ikinci gün Dügah, üçüncü gün Segah, dördüncü gün Çargah, beşinci gün Pençgah, altıncı gün Şeşgah, yedinci gün Heftgah makamlarına uyarlanır.

Romanda ney sesi, hayat nefesi, Tanrısal ses olarak ifade edilir. Eflatun’un bu sesi arayışı, Tanrı’yı arayışının yolculuğudur. Eflatun neyi üfler ve Yegah perdesinde karar kılar. Bu durum Mevlevi Şeyhi İbrahim Dede’nin söylediği gibi Yaradan ile Yegah perdesinde yek-vücut olmaktır. Ney insanı Tanrı’ya götürür.

Ses ve müzik, bize evreni, doğayı, insanı anlatır, bir ruhu aktarır. Bu ruh, kozmolojiktir, evren, insan ve yaşam tasavvurunu yansıtır. Suskunlar romanının ana konusu müzik ve müzisyenlerdir. Bir sesin, müziğin aranışıdır. Aranan ve bulunan ses ney sesidir. Romanda musikinin/sesin kökeni Tanrı’nın üflediği hayat nefesidir. O, bu nefes ile insana hayat verir. Evren ve insan Tanrı’nın üflemesi ile hayat bulur. Müzik de O’nun üflediği nefestir, sestir ve insan bu nefesi, sesi, nağmeyi arar. Yaradan’ı ararız…