Hakan Yılmaz, "Çürüme" başlıklı yazı kaleme aldı.
“Çürümenin Kitabı”, Emil Michel Cioran’ın, “Yaralı Bilinç” ile “Melez Bilinç” ise Daryush Shayegan’ın kitapları.
İki yazarda ortak bazı kavramlar ve ifadeler var; “çürüme, sahte mutlaklar geçidi, inanca dönüştürülmüş fikir, Tanrı benzerleri yaratma, vaaz verme çılgınlığı, mutluluk reçeteleri, tanımlar mezarlığı, mutlak, çatlama, yamalama, dizginlenemez bir kendini onaylama, ötekini yadsıma, yaygaracı yüzeysellik, sayıklama, zihinsel miyopluk, duygusal salgın, kutsal cevaplar, aşırı temkinlilik ve güvensizlik.”
Biyolojik olarak çürüme, organik maddelerin mikroorganizmaların etkisiyle, kimyasal değişikliğe uğrayarak bozulup dağılması. Sosyal çürüme ise, sosyal yaşamın değişmesi, işlevsizliği veya çöküşü. Bu bağlamda temel ahlaki ve etik değerlerin zayıflamasını, güvenin azalmasını ve sosyal bağların kopmaya başlamasını ifade ediyor.
Bir sokak röportajında Dr. Zeliha Bürtek şunları ifade ediyor:
“Sosyal çürümeyi düzeltemezsiniz. Etiğin yok olmasıdır. Etik, yaşam felsefesi demek. Ülkemizde yaşam felsefesi kalmadı. Herkeste bir kaygı var. İnsanların cesareti tükeniyor. Bu ekonomik, politik ve toplumsal olabilir. Kimlikler ve aidiyetlerimiz çürüyor.”
Korkmak ya da kaygı duymak, devamlı olarak kendini düşünmek demek. Kendi dışındakileri ise nesnel akışı içinde tahayyül edememek. Korkularımız, kaygılarımız bizi daha da bencilleştiriyor. Belirli sınırlara hapsediyor ve duvarlar örüyor.
Son zamanlarda gördüğümüz ve tanık olduğumuz durumlar çürümeyi gösteriyor. Yaygın şiddet ve suç, güvensizlik, kaygılar, ötekini yok sayma ve yok etme isteği, başkasına tahammül edememe, sayıklama, şizofrenik davranışlar çürümenin örnekleri. Bu durum toplumsal yaşamı, birlikte yaşamayı sekteye uğratıyor. Herkes birbirinden korkuyor. Kendimizi dünyanın ve zamanın merkezi haline getirdik. Böyle olunca diğer canlıları da yok sayıyoruz, onları yok etmeye çalışıyoruz. Kendimiz dışındakilere yaşama hakkı tanımıyoruz. Konuyla ilgili olarak Cioran şöyle diyor:
“Eğer dünyadaki konumumuzu doğru olarak anlayabilseydik; eğer kıyaslamak, yaşamaktan ayrılmaz olsaydı, mevcudiyetimizin ufaklığının açığa çıkması bizi ezerdi. Ama yaşamak, kendi boyutlarına karşı körleşmektir. Bütün fiiliyatımız, kendi önemimiz hakkında bir yanılsamadan çıkmıştır.”
Hiçten fazla olduğumuzu kanıtlayan hiçbir şey yoktur. İninde ürküntüyle titreyen mağara adamı, gökdelenlerde de hala titremektedir.
Daryush Shayegan’a göre (Yaralı Bilinç kitabında), kendimizi başkalarının gözüyle görme kaygısı çok kuvvetlidir. Bu nedenle yaşayışımızı, dışarıdan gelen ölçütlerle değerlendiririz. Ödünç aldığımız fikirlerle öyle konuşur, davranır ve yaşarız. Bu durum bilincimizi yaralar. Hatta bir şizofrenik durumu ortaya çıkarır. Hayat, okul, sokak, siyaset ve gün boyunca bunaltan anlaşılmazlıklarla dolu hale gelir. Bu kişide bir çatlama, aşırı temkinlilik ve güvensizlik oluşturur. Ortaya da yalanlar, yalan yaşamlar ve maskeler çıkar.
Shayegan’ın “Melez Bilinç” kitabında ifade ettiği, birbirlerini iten ve karşılıklı olarak biçimsizleştiren bağdaşmaz dünyalar arasındaki bir çatlağa düşüyoruz. Kendi üzerine kapanan varlık, açılmayı inatla reddediyor. Çünkü korkuyor, çünkü güvensizlik ve belirsizlik içinde yaşıyor. Yaşamın farklılıkları, anonimliğin griliğine mahkum ediliyor ve orada eriyip, kaybolup gidiyor.
Shayegan’a göre varoluş, ya ölümün kuru hıçkırıklarına ya da sıkıntının boğucu tekdüzeliğine indirgeniyor. Güzellik, bireysellik ve eleştiri hayattan uzaklaştırılıyor. Her tür estetik, siyasal, insani hareket; her tür başkaldırı, hangi biçimiyle olursa olsun o koyu çirkinliğin saklı yüzünü gösterebilecek her şey, derhal ölümcül bir tehlike, bir çatlama, bizzat sistemin radikal olarak sorgulanması gibi algılanıyor. Rejim, cansızlığı kendi varolma nedeni haline getiriyor. Soluk, renksiz, hissiz bir dünya ve insan yaşamını ortaya çıkarıyor.
Herkes kendi mutlağını yaratıyor. Kendi düşüncesini, yaşamını yüceltiyor. Dizginlenemez bir şekilde sadece kendini, kendi düşüncesini ve yaptıklarını onaylıyor. Ötekini ise şiddetle yadsıyor. Bu ciddi bir güvensizliğe yol açıyor. Bu nedenle özgürlükler rafa kalkıyor. Daha çok güvenlik talebi oluşuyor. Bu oluştukça da özgürlükten uzaklaşıyoruz. Kaygılar ve korkular hayatı yaşanamaz kılmaya başlıyor. İnsanların hayattan beklentisi sadece güvenlik, barınma ve karnının doyması oluyor.
Kendimize ve hayata dair anlamlar kuramıyoruz. Verili anlamların dışına çıkamıyoruz. Bu durum sıkışmışlığa yol açıyor. Sıkışan ve bunalan insanlar doğal olarak isyan ediyor. Hatta şiddet başlıyor, şiddet durdurulamaz bir biçimde her yere yayılıyor. Bu çıkmaza sokuyor. Çünkü şiddet, şiddeti doğuruyor ve içimize işliyor. Hayat da yaşanmaz olmaya doğru gidiyor. Çünkü çürüyor, çöküyor, çatlıyor. Bizler de sadece ve sadece kendimizi korumaya çalışıyoruz. Ama yaşamak sadece güvenlik, barınma ve karnını doyurmak değil.
Yaşamak, insanca yaşamak; sevmek, değer vermek, korumak, saygı duymak…
Çürümek, çürütmek değil yaşamak, canlanmak, can katmak, yeşermek ve yeşertmek yaşamak.