Hakan Yılmaz'ın Şiddetin Dönüşümü başlıklı yazısı...
Güney Koreli yazar ve kültür kuramcısı Byung-Chul Han, “Şiddetin Topolojisi” adlı kitabında, şiddetin zamansal-tarihsel değişimini ve dönüşümünü anlatır.
Ona göre egemenlik toplumundaki öldüren güç, yani dekapitasyon (kafanın bedenden ayrılması), disiplin toplumundaki deformasyon (yapı bozulması, biçimsizleşme) ve başarı-performans toplumundaki depresyon (çökkünlük), şiddetin dönüşümünün birer aşamasıdır.
Şiddet giderek içselleştirilir, ruhsallaştırılır ve böylelikle görünmez hale gelir. Giderek ötekinin veya düşmanın olumsuzluğunu üzerinden atar. Şiddet, doğrudan insanın kendisine yönelir. Kendi, kendine şiddet uygular.
Egemenlik toplumu fiziksel şiddeti kutsar. Bu toplum, kan toplumudur. Dışsal şiddet ruhun yükünü hafifletir, acının ağırlık noktasını dışarıya kaydırır. Şiddet her yerde vardır. Gündelik hayatın bir parçasıdır, açıkça ortaya konulur ve de gösterilir. Yalnız fiilen uygulanmakla kalmaz, seyirlik hale getirilir. Hükümdar iktidarını öldürme fiili üzerinden, kan dökerek ilan eder. Öldürücü şiddet sergilenir, hükümdarın gücü ortaya konur. Şiddet gizlenmez. Görünürdür, apaçıktır ve sergilenir. İnsan şiddetten kendisi de şiddet uygulayarak korunur. Ölmemek için öldürür. Öldürmek onu ölümden korur.
Modern toplumda ise, egemenlik toplumundaki gaddarca şiddet, toplumsal alanda meşruiyetini giderek kaybeder. İnfazlar özel mekanlarda yapılır. Şiddet artık politik ve toplumsal iletişimin bir parçası değildir. İletişimin satır aralarına, derinin altına çekilir, kılcal damarlara, ruhun iç mekanlarına sinmeye başlar. Görünürden görünmeze, açıktan mahreme, fizikten psişiğe, askeri alandan medyatik alana, cephesel karşılaşmadan viral bulaşmaya varır. İktidar teknikleri, halkın dış otoriteyi içselleştirmesine yol açar. Zamanla dış otorite, insanın bir parçası haline gelir. Simgesel şiddet, alışkanlık haline gelmiş algı ve davranış biçimlerinin içine saklanır.
Chul Han, günümüz insanını, geç modernitenin (post-modernite) başarıya ve performansa odaklı öznesi olarak ifade eder. Bu özne, özgürdür fakat gerçekte özgürlükten yoksundur. Şiddet azalmadan sürer. Ağırlık noktası ise içeriye doğru kayar. Özne bir depresyona uğrar. Depresyon narsist bir hastalıktır. Depresyona yol açan şey, aşırı abartılı, hastalıklı bir şekilde çarpıtılmış bir kendini referans almadır. Bugünün narsist performans öznesi her şeyden önce başarının peşindedir.
İnsan, artık kimsenin kulu değildir. Zora tabi kılınmaz. Başarıya ve performansa odaklı özne kendini olumlar, özgürleşerek kendini bir proje haline getirir. Dışsal şiddetin, yabancıdan gelen zorun yerini, özgürlükmüş gibi görünen kendine yönelik şiddet alır. Başarı ve performans toplumu bir kendini sömürme toplumuna dönüşür. Başarı toplumu, yasaklar getiren ve meli/malı’yı uygulayan disiplin toplumunun aksine, becerebilmek anlamına gelen –ebilir/abilir yardımcı fiilinin egemenliği altındadır. Birey kendi iradesiyle kendini sömürür. Bir özgürlük duygusu eşliğinde iş görür. Bu sayede tahakkümsüz sömürü mümkün olur. Becerebilirsin, performans öznesinin parçalara ayrılmasına yol açan baskılar üretir. Başarısızlık kişinin kendi suçudur, bu suçu hep yanında taşır.
Sigmund Freud’un, “Uygarlığın Huzursuzluğu” kitabında sözünü ettiği üstben, yerine göre Tanrıya, hükümdara ya da babaya dönüşen içselleştirilmiş iktidar merciidir. Kendi içimizdeki ötekini işaret eder. Şiddet, ötekinden kaynaklanır ve olumsuzdur. Ben, korkunun evidir ve büyük ötekiden korkar.
Geç modern toplumda ise insan, bir olumlama öznesi olarak karşımıza çıkar. İnsan keyif ve bireysel eğilimlerine göre yaşar. Ötekinden kurtulmak, öznenin birçok ruhsal bozukluğundan sorumlu olacak bir kendine odaklanmaya yol açar. Hep daha çok iş yapmayı ve başarı kazanmayı ister. Bu durumda yorgun, depresif özne kendinden bıkmaya başlar. Sürekli kendisiyle bir savaş haline girer ve kendiyle savaştan bitkin düşer. Kendinden çıkamaz, kendini bırakıp ötekine, dünyaya açılamaz. Sadece kendine odaklanır ve bu yüzden de kendinde boğulur.
Sosyal ağlardaki arkadaşlıklar bir meta gibi sergilenen egonun, ben duygusunu daha da artırır. Özne, kendi kendisiyle rekabete girer. Kendini aşma mecburiyeti hisseder. Başarı burada artık başkalarıyla kıyaslanarak ölçülmez. Amaç artık ötekileri geçmek veya yenmek değildir. Özne kendiyle rekabete girer ve kendi gölgesini geçme isteği duyar.
Şiddet artık dışardan gelen, güç uygulayan, olumsuz bir durum değildir. İnsan şiddeti kendine yöneltir. Kendi kendine şiddet uygular. Başarı ve performans için daha çok çalışır ve kendini tüketmeye başlar. Bu noktada olumlunun şiddeti, kendini doymuşlukla ve bitkinlikle gösterir. Başarı ve performans öznesi, kendini sömürür. Sömüren aynı zamanda sömürülen olur, kendini tüketir ama aynı zamanda kendi de tükenir.
Günümüzde sürekli farklı olmak, fark yaratmak dile getirilir. Fakat farklılık, başkalık giderek tüketilebilir bir farka dönüşür. Jean Baudrillard, “Kötülüğün Şeffaflığı” kitabında bu durumu, “aynılık cehennemi, aynılıklar terörü” olarak ifade eder.
Chul Han’a göre reklamlar, liturjik (bir dua veya ayin sonunda Tanrının övülmesi) methiye ilahilerinin kapitalist versiyonuna dönüşür. Yeni ürünleri metheden yıldızlar ise, günümüzün melekleridir. İhtişam, kendini yalnız sermayeye adamış iktidarların güzel yüzüdür. Sermayenin iktidarına gösterilen rızanın adı ise tüketimdir. Vücudun optimizasyonu hayata geçirilir. Bu durumda botoks, silikon veya güzellik, kas, anabolika (testosteronun üretilmiş formları-ilaçlar) ve fitness merkezi zombileri ortaya çıkar. Başarı ve randıman toplumu, sınıf ya da cinsiyet farkı gözetmeyen bir doping toplumuna dönüşür. İnsan, bir performans ve sağlık zombisi haline gelir. Tüketirken, tükenen bireylere dönüşürüz. Foucault’nun hapishanelerden, hastanelerden, ıslahevlerinden, garnizonlardan ve fabrikalardan oluşan disiplin toplumunun yerini, camdan ofis kuleleri, alışveriş merkezleri, fitness salonları, yoga salonları ve güzellik klinikleri alır.
Günümüz dünyası, her şeyin sergilendiği bir dünyaya dönüşmüş durumdadır. Her şey sergi değeriyle ölçülür. Chul Han’a göre, sergilenen toplum, pornografik bir toplumdur. Her şey dışa dönmüştür, açıktır, çıplaklaşmıştır, soyunmuştur ve gösterilmiştir. Face, yüzün metalaşmış halidir. Sergileme, her şeyi, her türlü sırdan arındırıp dolaysız tüketime açarak metalaştırır. Sergilemişlik, pazara açılmışlık müstehcendir. Aşırı görünürlük müstehcendir. Şeyler karanlıkta değil, aşırı aydınlıkta ve görünürlükte kaybolur. Görünür şeyler, görünürden daha görünür bir şeyin içinde buharlaşıp kaybolur.
Özne, kendini sergiledikçe, daha çok gösterdikçe aslında kaybolur, görünmez hale gelir. Bir metaya (alınır satılır mal), reklam nesnesine dönüşür. Her birey kendi reklamını yapar, kendini sergiler ve pazarlar. Bu insanın kendine uyguladığı bir şiddettir. Dışardan bir baskı, güç olmadan, insan kendi kendini tüketir, yer bitirir. Doydukça, daha çok ister, daha çok tüketir, kendi kendini yok eder. Sürekli bir huzursuzluk, anlamsızlık ortaya çıkar.
Ölemeyecek kadar canlı, yaşayamayacak kadar ölü bir haldeyiz.