Hakan Yılmaz'ın "Konumlar ve Nesneler Panayırından…" başlıklı yazısı...

Erlend Loe, Bildiğimiz Dünyanın Sonu romanında, “her şey bir konumlar ve nesneler panayırından ibaretti” diyor. Günümüzün kısa bir tanımı. Gösteri toplumu. Konuma-konumlara ve nesneye-nesnelere sahip olma arzusu. Bunun için tüketilen hayatlar. Ve bazı sözcükler hiç dinmeyen bir baş ağrısına dönüşüyor; proje, hedef, seminer, kalite, değerlendirme, vizyon, strateji. Ve başarmak, başarılı olmak zorunda kalmak. Bir başarı abidesine dönüşme arzusu. Ve bu sistemde çürütülen yaşamlar. Kaçınılmaz başarı dayatmaları…  

Bildiğimiz Dünyanın Sonu yazarın Doppler’inin devamı… Andreas Doppler evinde ve işinde başarılıdır. Güzel evi ve toplumda saygın bir yeri vardır. Bir sürü şey yapmış, çok başarılı olmuştur. Okul hayatında hep başarılıdır. Başarılı dostlarının arasında, başarılı bir şekilde evlenir. Sonra başarıyla büyüttüğü çocukları olur, başarılı bir şekilde elden geçirdiği bir ev alır. Bütün bu başarıların ortasında yıllarca dolanıp durur. Başarılarla yatıp, başarılarla kalkar. Başarılarla uyur, uyanır. Başarıyı solur ve yavaş yavaş yaşamını kaybeder. Romanda şunları söyler: “Allah çocuklarımı benim kadar başarılı olmaktan korusun. İnsan bir kez başarılı olmaya görsün, çevresinden övgüler almaya devam etmek için elinden geleni ardına koymaz.” Başarının bir insanı ele geçirmesi ve iliğine kemiğine kadar işlemesidir bu.  

Doppler bir gün ormanda dolaşırken bisikletten düşer. Otların arasında uzanırken, uzun zamandır hissetmediği bir huzur dolar içine. Yeni banyosu için fayans seçimi gibi düşüncelerinden uzaklaşıverir. Birkaç gün sonra da ormana taşınır. Geyik Bongo yoldaşı olur. Bitmek tükenmek bilmeyen bir harala güreleden, koşuşturmadan kurtulur. Görünmemekten doğan o eski, güzel mutluluğa kavuşur. Kar yağarkenki sessizliği dinler. Dallardaki bitki örtüsünün özlerinde, bizden önce yaşayanların hatıralarını fark eder. Orman onu dinler ve anlar. Orman yıkmaz, yeniden kurar ve her şeyin büyümesine izin verir. Orman her şeyi anlar, her şeyi kucaklar. 

Doppler başarının, başarılı olmanın tahakkümünden, hırslarından, toplumsal konum (mahalle) baskısından ve nesnelerin dünyasından kurtulur. Nefes almaya başlar. İç dünyasına döner, orada bir yolculuğa ve arayışa çıkar. Görünmekten, sürekli kendini göstermekten kurtulur. Doğadaki ve iç yaşamındaki mutluluğu hisseder.     

Jorge Luis Borges, Borges ve Ben eserinde, mutluluğu erişilmez bir şey olarak görmediğini dile getirir. Oysa bir zamanlar mutluluğu ulaşılmaz bir şey olarak görmüştür. Mutluluğun her an karşısında belirebileceğini, ama asla peşinden koşulmaması gerektiğini bilir. Başarısızlık ya da ün ise onun için çok önemsizdir, aradığı dinginlik, düşünmenin ve dostluğun tadı, sevme ve sevilme duygusudur.

Cioran ise başarıyı, Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne eserinde şöyle yorumluyor: İçsel arayışa eğilimi olan kişiyi şundan tanırız; başarısızlığı her türlü başarıdan üstün tutar. Başarısızlık bizi kendimize ifşa eder. Tanrı’nın bizi gördüğü gibi görme olanağını sunar bize.

Konumların ve nesnelerin panayırında insan kalabilmek dileğiyle…