Hakan Yılmaz, "Homo Viator – Gezgin İnsan…" başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...
Frederic Gros, Yürümenin Felsefesi yapıtında yürümeyi ve yürüyenleri anlatıyor. Yürüyenler kimler mi? Friedrich Nietzsche, Jean-Jacques Rousseau, Gandi, Jack Kerouac, Walt Whitman, Arthur Rimbaud, Gerard de Nerval, Henry David Thoreau… Hepsinin de yürüyüşü farklı, yürüdükleri yerler de, yürürken düşündükleri de.
Gros, yürürken takdire şayan tek şeyin gökyüzünün parlaklığı ve manzaranın görkemi olduğunu söylüyor. Uçsuz bucaksız kırlarda yürümek ise özgürlüktür. Yürürken kimlik fikrinin kendisinden, biri olma, bir isim ve hikayeye sahip olma durumundan da uzaklaşırsınız. Kendinizle ve iç dünyanızla birlikte olursunuz, bir olursunuz. Dünyanın karmaşası, kuşatması ve koşuşturmasından kurtulursunuz.
Jean-Jacques Rousseau İtiraflar’ında, “hiçbir zaman yalnız ve yürüyerek yaptığım seyahatlerdeki kadar düşünmedim, var olmadım, yaşamadım, kendim olmadım” diyor. Rousseau gün boyu süren yürüyüşlere çıkar. O bir “homo viator”dur, gezgin bir adamdır. Bu kavramı Gabriel Marcel’de görüyoruz. Ona göre insan, oluş halindeki bir varlıktır. İnsan sürekli yolculuk halindedir, gezgindir, homo viator’dur. Homo viator, bir umut insanıdır. Umut, onun için bir yaşam biçimidir.
Rousseau amaçsız ve sakin yürüyüşleri sırasında dünyadan bir şeyler beklemeyi bırakır. Böylece dünya da kendini ona sunar, açar. Yürürken dünyanın şimdisi de yoktur geleceği de, sadece sabah ve akşam döngüleri vardır.
Nietzsche, Ecce Homo’da, “açık havada yürürken doğmayan, şenliğine kasların da katılmadığı hiçbir düşünceye güvenmemeli” diyor. Nietzsche ormanlarda bolca yürür ve kendiyle sohbet eder. Şen Bilim’de ise,sadece kitaplar arasında düşünebilenlerden, aklını kitapların dürtüklemesini bekleyenlerden olmadığını söyler. Onun erdemi açık havada, tercihen yolların bile tefekküre daldığı ıssız dağlarda veya deniz kıyılarında yürüyerek, sekerek, tırmanarak, dans ederek düşünmektir. Böyle Söyledi Zerdüşt’te ise şöyle diyor: "Ben, Zerdüşt, bir gezgin ve dağcıyım; düzlüklerden hoşlanmam ve görünüşe göre uzun süre kıpırdamadan oturamam. Beni bekleyen kader her neyse, yaşayacak daha neyim varsa, yürümek ve dağa tırmanmak olacak içinde: kişinin tecrübe edeceği şey nihayetinde hep kendidir."
Henry David Thoreau, Walden-Ormanda Yaşam yapıtında, toprağa uzanmanın huzuru getirdiğini belirtir. Kendini toprağa teslim ederek yürümek kuvvet ve dayanıklılık kazandırır. Doğadan; güneşten, rüzgardan, topraktan ve gökyüzünden daha hakiki bir şey yoktur; onların hakikati de sonsuz enerjilerinde saklıdır.
Thoreau yaşamlarını ofiste klavye tıkırdatarak geçiren dalgın, soyutlanmış insanları düşünür. Onlar saniyede bir değişen enformasyona, imajlara, sayılara, tablolara, grafiklere bağlıdırlar. Telefonda mesajlar, görüntüler akmaya devam eder. Ve daha günü görmeden akşam olur ve hemen metroya veya otobüse giderler. Hep hıza bağlıdırlar. Ona göre yollar ve patikalarla bağı kopmuş bu hayatlar, insanlık durumunu unutturur.
Wordsworth’a göre yürüme doğayla birlik kurmayı, manzara karşısında tefekküre dalmayı sağlayan şiirsel bir eylemdir.
İnsan, “homo viator”dur, gezgindir, yolcudur, yürüyendir. Yürümek bir süreçtir, oluştur, insan da sürekli bir oluş halindedir. Olmuş bitmiş bir varlık değildir, kendini arayandır. Bu bitmeyen bir yolculuktur, yürüyüştür. Yol ancak yürünerek hissedilebilir, anlaşılabilir, kavranabilir. Yürümek insanı kendine, BİR’e yaklaştırır.