“Burası dünya

Ne çok kıymetlendirdik.

Oysa bir tarla idi;

 Ekip biçip gidecektik.”

C.Z.

  Neden bilmem, elime bir kitap geçse, hemen sayfalarını kokmaya başlarım.İçime çekerim âdeta, yaşanmışlıkların kokusu mudur içime çektiğim…

Başka hiçbir koku kitap sayfalarının kokusu kadar rahatlatmaz beni. Acaba çeşit çeşit çiçek, meyve,baharat vb kokuların yanında bir gün kitap kokulu parfüm yaparlar mı? Ya da sahifelerin kokusunu bir şişeye hapsetmeli mi???Mümkün müdür?

 Çocukluğumda annemin aldığı  renkli masal kitaplarıyla kitap sevgim başlamıştı. Köprüden geçen herkesten akçe isteyip ölüm meleğine kafa tutmaya çalışan Deli Dumrul’un hikâyesini de anlatmıştı annem. Edebiyat fakültesini kazandığımda  daha iyi yorumladığım  Dede Korkut hikâyelerinde geçen önemli bir hikâyeyi anlattığını bilmeden… Sözlü kültürde öylesine bir yerde duyduğu…İlk defa o zaman ölüm kelimesini sorguladığımı, annesi babası da niye canını vermemiş ki oğlu için diye ağladığımı hatırlarım.

Babasını tuz kadar sevdiğini söyleyen padişahın kızının, evinden kovulması masalı da beni  çok üzmüştü…Belki o zamandan beri her şeyi daha fazla tuzlu yiyordum. Tuz önemli bir şeydi hayatımızda, kimin için ne önemliyse sevgisini ona göre kendi kelimeleriyle anlatacağını da sonradan daha iyi anlamıştım. Seni ölümüne seviyorum yerine seni tuz kadar seviyorum, tuz benim için vazgeçilmezse bunu söylemekten ne çıkardı ki…Varsın kendi kelimeleri konuşşun insanların…

Kibritçi Kız masalı vardı…Soğukta, okurken iliklerinize kadar hissetiğiniz o ayazda kibritlerini satmaya çalışırken gökyüzünde annesine kavuşan kız.Bir kibritin aleviyle ısınmaya çalışırdınız onun gibi. Gökyüzünde kollarını açmış , kaldırımın bir köşesinde ölen kızın resmi küçüklüğümde belleğimden gitmedi. Yani çocukluğumda beni etkileyen masallar Sinderalla, Pamuk Prenses değildi…Kibritçi Kız, Deli Dumrul, Tuz…. Evet evet, bir de kuleye hapsolup saçlarını uzatan Rapunzel…Cadının ona zarar vermek için saçlarını kestiği zaman  ağladığımı hatırlarım.O zamandan beri de saçlarımı hep hep Rapunzel gibi uzatmak isterim.

  Kitapların dünyasında ‘o zamanlar’ yaşamaya başlamıştım, şu ana kadar da o dünyam devam ediyor. Zaten kitapların dünyasında zaman kavramı var mıdır??? Yazının kalıcılığı tılsımı burada başlar. 50 sene evvel kullanılan bir cihazı şu an kullanmak mümkün mü? Tabii ki evin bir köşesine belki antika olarak koyulur, ya da müzede sergilenecek eşyalar arasına girer.Ama kitaplar her daim her mekanda okunur, okunur… Okuyan her kişide farklı tesir bırakır. Kibritçi kızı okurken ben soğuğu hissedip dünyanın küçük bir kızı niye sığdıramadığını sorgularken, siz başka şeyler düşünebilirsiniz.

 Bugün  nerden mi aklıma geldi bu cümleler??? Sahaflardan sipariş verdiğim 1948 basımı dergiler elime ulaştı.  1948! Sene 2019. 70 yıllık…Bu kitabın ilk basımını alan bir kişi şu an 70 yaşında… Düşünmeden edemedim, bu dergiler hangi evlere girdi??? Hangi yaşanmışıkları, hasbihalleri, kavgaları barındırıyor??? Kimlerin eli değdi, kimler bu kitapla ilgili yorum yaptı? Kimlerin düşüncelerini değiştirdi? Kimlere kaynaklık etti? Dergiyi çıkaran kişiler neler düşündüler?

  Sayfalarındaki reklamlar dikkatimi çekti. Eski bir ‘radyonun’ reklamı var. Sonra teknolojinin gelişmeye başladığını gösteren reklamlar… “Sobaların yerini yeni ısıtıcılar alacakmış, düşünebiliyor musunuz, zahmetsiz ısınacağız” ,  “Tek bir düğmeyle garaj, bahçe kapıları açılacakmış ‘zahmetsiz’ düşünebiliyor musunuz???” vb cümleler.

 Her reklamın sonunda “düşünebiliyor musunuz” ve  “zahmetsiz sözcükleri”…  Hakikaten düşündüm de acaba zahmetsiz yapacağız derken dünyamızı çok mu kirlettik??? Her şeye ulaşmak çok kolay olmadı mı??? Kitap sayfasını bile çevirmeden bir tıkla bilgilerin ayağına gelmesi. Bu muydu yaşam???

Kitapların dili olsa, dedim…

Sahaflardaki bütün kitaplar dile gelse  ve savaş açsa şu anki insanoğluna.

Onlar galip gelse…Kılıçlarını kuşandıklarında utansak, ZAHMET’SİZ’, BOŞVERMİŞLİK yaşamımızdan…

S’EV’GİYLE…

2019  SEVGİYLE,MUTLULUKLA,SAĞLIKLA GELSİN...

YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN!