Hakan Yılmaz yazdı: Aynılığın Yapay Cenneti ve Dubai Çikolatası...

“Aynılığın yapay cenneti” sözü, Jean Baudrillard’ın, “Kötülüğün Şeffaflığı” kitabında yer alıyor.

Baudrillard’a göre günümüzde artık ne özne ne nesne, ne özgür ne yabancılaşmış, ne o ne de bu değiliz. Birbirimizin yerine geçmenin verdiği hayranlık içinde hepimiz aynıyız. Ötekiliğin cehenneminden, aynılığın esrikliğine, ötekiliğin arafından aynılığın/özdeşliğin yapay cennetine geçilmiş durumdayız.

Bize sürekli olarak; “farklı ol”, “fark yarat” deniliyor. Günümüzde her şey farklılık, farklı olmak ve fark yaratmak üzerine kurgulanıyor. Söylenen bu “farklı ol”un ardında, aslında farklı olmamak, aynı ve benzer kalmak söylemi yatıyor. Farksızlıklar bizi büyülüyor ve hepimiz farksızlığı yaratıyoruz. 

Her şey bir gösterge sanayisine dönüşüyor. Bu nedenle herkese bir tür reklam kimliği gerekiyor ve herkes kendi görünümünü aramak zorunda kalıyor. Aslında ekranlardan yayılan görüntü bolluğu içinde aynı şeyler gösteriliyor. Her şeyi istila eden medyatik ve reklamcı göstergeleşme tarzı, kültürü de fotokopileştiriyor. Görülecek hiçbir şeyin olmadığı bir görüntü bolluğu yaratılıyor. Her şey birbirinin aynı ve tekrarı. 

Bugünün insanı bir özne değil, bir taktik uzmanı ve kendi varoluşunun reklamcısı haline geliyor. Bugünün öznesi farklılıklar adı altında, yinelenmeye mahkum bir özneye dönüşüyor.

Bugün evlerimizde, her türlü enformasyonla ve bir yığın ekranla çevrelenmiş olarak, hiçbir yerde değiliz artık; ama yine de dünyanın her yerindeyiz, evrensel sıradanlığın içindeyiz.

Son günlerde görülen Dubai çikolatası çılgınlığı aynının yapay cennetini ve evrensel sıradanlığı bize tattırıyor. Her yerde Dubai çikolatası üretme yarışı başlıyor. Bu çikolatanın tadına bakmak bize bir farklılık olarak gösteriliyor, sunuluyor. Herkes bu çikolatayı arıyor, marketlerde el altından satılıyor, çabucak tükeniyor. Siz çikolatayı yemediğinizde bir eksiklik hissediyorsunuz, size bu hissettiriliyor. Ve siz de başkaları gibi hemen yemeyi arzuluyorsunuz. Yediğinizde farklı olduğunuzu düşünüyorsunuz fakat aynısınız, sadece aynının esrikliğini yaşıyorsunuz. Bir de farklılık satıyorsunuz. Yemeyeni de nerdeyse ayıplayacaksınız. Bile isteye kendinizi bir reklam nesnesine, metaya dönüştürüyorsunuz.  

Baudrillard’ın söylediği gibi artık inanamıyoruz; ama inana inanıyoruz. Artık sevemiyoruz; yalnızca seveni seviyoruz. Artık ne istediğimizi bilmiyoruz; ama bir başkasının istediğini isteyebiliyoruz. Artık yalnızca başkaları tarafından görülmüş olanı görüyoruz. Artık yalnızca görülmüş olanı görmeye muktediriz. 

Baudrillard, “Nesneler Sistemi” kitabında, günümüzde en çok talep edilen ürünün artık bir hammadde ya da makine değil, bir kişilik olduğunu ifade ediyor. Aldığınız ürün, size bir kimlik veriyor. Sürekli alarak, tüketerek bir kişilik oluşturmaya çalışıyoruz. Ve maalesef bunu gönüllü olarak yapıyoruz. Çünkü tükettiğimiz ölçüde var olabiliyoruz. Varlığımız, kim olduğumuz ne kadar tükettiğimize bağlı artık.  

Arthur Miller şöyle diyor:

“Bir zamanlar insanlar hayatlarından memnun değillerse devrim yaparlardı. Şimdi alışverişe çıkıyorlar. Tamamen bir hafıza kaybı dönemi yaşıyoruz.”

Hızla, durmadan alışveriş yapıyoruz, kişilikler, kimlikler satın alıyoruz ve bir reklama, metaya dönüşüyoruz.  

Herkes bir Dubai çikolatasını arzuluyor, yiyor ve aynının sıradanlığında kaybolup gidiyor.  

Farklı ol dedikleri, aynı olmak aslında. Hepsi bu…