Çocukluğumdaki evimiz üç katlı ve bahçeliydi. Beş kişilik bir aileydik. Babaannem de bizimle yaşardı. Evimizin en çok sevdiğim yeri çatı katı ve kocaman terasıydı. Mahalledeki arkadaşlarımla en çok vakit geçirdiğimiz sırlarımızı sakladığımız en özel yerdi çatı katı. Bahçemizde de süs havuzumuz arkadaşlarımla birlikte tahtalardan yaptığımız ağaç evim vardı. Yaz geldiğinde çocukluk aklımızla, bahçede bir şeyler yetiştirmeye çalışır toprakla oynar üstümüz kirlenince de havuzun içine girer fıskiyesinde birbirimizi ıslatarak temizlenmeye çalışırdık kahkahalarla, mutlulukla. Sıcacık, sımsıcak bir ailem evim mahallem vardı. İçten samimi güvenle evlerine girip çıkabildiğimiz komşu teyzelerim komşu amcalarım vardı benim. Ailemiz gibi  korur kollar susayınca su acıkınca yemek verirlerdi. Ev ekmeğinin üstüne sürülen salçalı dilimler en favori yemeğimizdi. Sanki dünyanın en güzel yemeği gibi gelir,  tadına bir türlü doyamazdık.

 

Çocukluğumda her şey bambaşka her şey çok özeldi.

 

Benim çocukluğumun Ramazan’ları yazın sıcak ve uzun günlerine denk gelirdi. Ramazan ayı o kadar önemliydi ki o yıllar da

Ramazan yaklaşınca evde tatlı bir telaşla heyecanla ve sevinçle  başlanırdı hazırlıklara.

Hatırlıyorum; Ramazan yaklaşırken, içimiz içimize sığmaz, evdeki hummalı faaliyet müthiş bir keyif verirdi…

Ev köşe bucak temizlenir halı pencere dolap duvar yer tahtaları derken sanırım bir iki hafta sürerdi. Evlerimiz mis gibi kokardı Ramazan’a girerken. Diğer taraftan evde yapılan makarnalar, mantılar, salçalar, reçeller, tarhanalar mutfak alışverişleri de tüm hızıyla devam ederdi. Mahalle bakkalından pirinç, makarna, un, şeker pazardan patates, soğan alınıp depo edilirdi. Hatırlayanlarınız vardır şimdiki belediye çarşısının yerinde ortası açık içe dönük dükkanları olan tek katlı yer vardı. Annemle giderdik girişte tel kadayıfı yapılan dükkandan taze taze tel kadayıfı içerde de köylerden gelen doğal kese yoğurtları, peynirleri alırdık. Dışardaki dükkanlarda ekmek kadayıfı bulunur ki çocukluk aklımla o küçücük kupkuru olan şeyin bu kadar büyük ve lezzetli tatlı olmasına şaşırırdım. Evdeki ocakta yavaş yavaş zahmetle pişen bu tatlının başından ayrılmazdım.

 

Sabahları arkadaşlarımla camiye Kur’an kursuna giderdik, önce alfabeyle başlar sonra Kur’ana geçerdik ama hiçbir sene hatim yapamazdık ve bu her sene bu şekilde devam ederdi. Hasan Hüseyin ve Kamil hocamız vardı .Allah onlardan razı olsun nur içinde yatsınlar. Dinimizi öğreten, sevdiren anlatan onlar olmuştur. Hocadan gelince iftara kadar sokakta oynar bisiklete binerdik. İftar saatine yakın evden yumurta susam verilir biz çocuklar mahalledeki fırına gider pide yaptırırdık çok iyi hatırlıyorum oruç tuttuğum günler fırının alevinden dilim damağıma yapışırdı. Pideler kucağımda ellerim yana yana kokusunu içime çeke çeke koşarak giderdim eve . Sıcaktan dilimiz dışına çıkardı ama yine de bozmazdık orucumuzu. Safça, masumca, sevinçle bazen tam bazen de tekne orucu olarak tutardık oruçları.

Yarım gün yarım gün tutularak tam güne tamamlanan, hoşgörü ve sevdirme usülü ile tutturulan yarı ye yarı aç kal olan oruca tekne orucu denirdi. Bazen de büyüklerimize satmak için tutardık orucu. Soranlara bende orucum demek çocuk aklımla ne de hoşuma giderdi.

Belki de en değerli oruçlarımız onlardı. Balkonda akşam ezanından çok iftar topunun atılmasını beklerdim. Zaman hiç geçmezdi. Önce dumanı görülür arkasından ani bir alev ve gürültüyle patlardı.

Top patlar patlamaz öyle bir koşardım ki içeriye sevinçle. Gündüz her şeyi yiyecekmişim gibi gelirdi ama iki lokmayla doyardım.

Bazen masada bazen yer sofrasında yapardık iftarlarımızı. İftardan sonra komşularla teravih için buluşurduk. Şimdiki gibi kadınlarda araba yoktu yürürdük tüm camilere hem teravihte hem sabah namazında. Neredeyse her akşam farklı bir camide teravih namazı kılardık. Teravihler..  Ah o güzelim anlar.. Biz çocuklar için teravihler ibadet olarak değil de bir eğlence gibi gelirdi. Teravih namazının ya ortasında ya başında muzır bir gülüşle, fısıltıyla, itişmeyle bozardık hep beraber namazı. Bu yüzden büyüklerimiz tarafından azarlandığımız da olurdu. Çocuk ruhu işte.. Çocukluk masumiyetimiz içinde kalbimizden asla silinmeyecek inançların temeli de o günlerde atılmıştı sanırım.

Cami çıkışında mutlaka dondurma yerdik o dondurmanın tadı bir başka olurdu. Söz dinlersek horoz şekeri de alırlardı bize. Ramazan gecesinin mahalle oyunları da bir başka zevkli olurdu .Büyükler komşularla bahçede çay içip sohbet ederken bizde o anları fırsat bilip doyasıya oyun oynardık .Bütün bunlar biz çocuklar için doyumsuz bir keyifti.

 

O sıcak yaz gecelerinde babaannemle yer yatağında yatmaya bayılırdım açık balkon kapısından gelen tatlı bir esintiyle odanın köşesinden tavana kadar uzayan geceleri açan mum çiçeğinin mis gibi kokusu huzur verirdi. Babaannem tatlı yumuşak sesiyle dua eder bana da tekrarlatırdı uyumadan önce. ’’Rabbi Yessir vela tüasir rabbi temmim bil hayr.’’ Dilim döndüğünce tekrarlardım.

Sahura kaldırmaları için adeta yalvarırdım. Oruç tutamasam da sahuru kaçırmak istemezdim. Sahur vaktinde beni uyandırın uyanamazsam yüzüme su dökün çok ses yapın diye tembih ederdim. Ara sıra kıyamasalar da kaldırırlardı .Çoğu zaman da kalkamazdım sahura.

Bazen seslere bazen kavun karpuz katmer kokularına bazen de davul sesine gözümü açardım. Uykulu gözlerle eşlik ederdim sahura. Sahur masası da çeşit çeşit börekleriyle, katmerleriyle, kompostolarıyla, tatlılarıyla, meyveleri, karpuzları, kavunlarıyla daha renkli, daha iştah çekici ve keyifli olurdu. Büyük bir iştah olmasa da zorla yemeye çalışırdım. Ezan sesine kadarda su içerdim. Ardından niyet edilir oruçlar başlardı.

 

İşte böyle güzeldi, huzur vericiydi çocukluğumun Ramazan’ları..

Anlata anlata bitiremediğimiz tadı damağımızda kalmış çocukluğumdaki Ramazanlarda asalet, ruh, sevgi, saygı, hoşgörü vardı .Çocukluğumdaki Ramazanlarda birlik, beraberlik, dayanışma vardı. Hayallerimizi süsleyen zihinlerimize kazınan çocukluğumun Ramazan’larının tılsımı, coşkusu, güzelliği, zarafeti, merhameti vardı. Galiba bu yüzden geçmişten geriye sınırsız bir özlem kaldı .O günleri hissetmek hatırlamak hayallerimizde yaşatmak bile güzel. Coşkuyla yaşadığımız çocukluğumun Ramazan’larını çok özlüyorum ve şimdiki çocukların bu güzelliği bu maneviyatı yaşayamadığına da üzülüyorum. O zamanla şimdiyi karşılaştırıyorum da, bugünün koşuşturulan, telaş içerisinde geçirilen, maneviyattan uzak düşmüş Ramazan’larıyla arasında dağlar kadar fark olduğu gibi gelecekte anlatılacak yönleri de herhalde daha az olacak sanırım.

 

Geçmişe özlem hep vardı, bundan sonra da hep olacaktır.

Benim aklımda, zihnimde, hatıralarımda ve özlemimde kalan eski Ramazanlar bunlar ya sizinkiler?

Anılarınızda hoş bir gezinti dileğiyle...

 

Sevgi saygı ve muhabbetle…