Gazeteci Nail Azbay, "Afyon’daki Büyük Yangın: Asıl Kül Olan Neydi?" başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...
Önceki akşam, Organize Sanayi Bölgesi’nde orman ürünleri satan bir fabrikada yangın çıktı.
Haber gelir gelmez hızla olay yerine vardık.
Fabrikanın dört bir yanını saran alevler, geceyi gündüze çeviriyordu.
Alevlerin içinde kalan fabrikanın çatısı, büyük bir gürültüyle çöktü.
Afyonkarahisar Belediyesi’ne ait itfaiye ekipleri, her geçen dakika büyüyen yangına karşı zorlu bir mücadele veriyordu.
Siyasi parti ayrımı gözetmeksizin tüm belde ve ilçe belediyelerinden gelen itfaiye ekipleri, su takviyesi için adeta birbiriyle yarışıyordu.
Emniyete ait TOMA’lar, Orman İşletme Müdürlüğü’ne ait arazözler ise “Biz de buradayız.” dercesine hazır bekliyordu.
Yangın giderek büyüyor, bir türlü kontrol altına alınamıyordu.
Fabrikanın içinin tamamen ahşap malzemelerle dolu olması, alevleri daha da körüklüyordu.
Organize Sanayi Bölgesi’ndeki beton firmaları da itfaiye ekiplerine destek olmak için beton mikserleri ve pompalarını bölgeye gönderdi.
Mikserler, pompalara su taşıyor; pompalar ise bu suyu alevlerin üzerine bırakıyordu.
İtfaiyenin ulaşamadığı noktalara beton pompaları su püskürtüyordu.
Ancak yangın hız kesmeden ilerliyordu.
Çatının ayakta kalan diğer bölümleri de çatırdayarak büyük bir gürültüyle çöktü.
Alevler arasından zaman zaman patlama sesleri yükseliyordu.
Vali ve başkandan açıklamalar
Derken Belediye Başkanı Burcu Köksal olay yerine geldi…
Bilgi aldı, yangını kenardan izledi…
Uzun süre gelişmeleri yakından takip etti.
Daha sonra basın mensuplarına yangınla mücadele hakkında açıklamalarda bulundu.
O açıklamadan birkaç dakika sonra Vali Kübra Güran Yiğitbaşı yangın bölgesine ulaştı.
112 Acil Müdürü’nden bilgi aldı.
O da basının karşısına geçerek,
“Can kaybı yok.” dedi.
“Büyük bir yangın.” dedi.
“Yangının başka bölgelere sıçramaması için var gücümüzle çalışıyoruz.” diye ekledi.
Bir araya gelmeniz için daha ne olması lazım?
Kenara çekilip izlemeye koyuldum.
Burcu Hanım bir tarafta, 10 metre ötesinde ise Kübra Hanım duruyordu…
“Acaba yan yana gelirler mi?” diye düşündüm…
Ama gelmediler!
Belki Burcu Hanım, “amir” diyerek Vali Kübra Hanım’ın yanına gider, belediyenin yürüttüğü çalışmaları anlatır diye düşündüm, ama olmadı.
Belki Vali Kübra Hanım, daha sonra geldiği için Burcu Hanım’a yaklaşır, “Geçmiş olsun Başkan Hanım, nedir son durum?” diye sorar dedim, ama o da olmadı.
O an zihnimde sorular uçuşmaya başladı:
Devletin valisi ile şehrin seçilmiş belediye başkanının yan yana gelmesi için daha ne kadar büyük bir felaket yaşamamız gerekiyor?
Bir araya gelmeniz için daha ne olması lazım?
Böylesine büyük bir afette dahi yan yana gelmeyen yöneticilere biz nasıl inanalım, nasıl güvenelim?
Kapınıza gelip derdimizi nasıl anlatalım?
Kimse onlardan sarılıp kucaklaşmalarını, duygusal anlar yaşamalarını beklemiyordu.
Ama en azından bu şehri yönetenler, “Acımızda, kederimizde yan yanayız.” mesajı verebilmeliydi…
Bu düşüncelerle tekrar yanan fabrikaya baktım.
Alevlerin sardığı binadan yükselen dumanlar, gecenin karanlığında kayboluyordu.
Çatırdayan ahşap seslerini duydum.
Sonra fark ettim ki o sesler, yalnızca yanan malzemelerden gelmiyordu…
O çatırtılar, siyasetin yakıp kavurduğu insanlığımızın sesiydi.
O gece asıl yanan şeyin, siyaset uğruna feda ettiğimiz insanlığımız olduğuna kanaat getirdim.
Ne zaman insanlığımızı siyasetin önüne koyduk?
Ne zaman siyaset bizim insanlığımızı bizden çaldı?
Ne zaman insanlığımızı siyaset uğruna tükettik?
Ne zaman bu kadar ayrıştık, kutuplaştık?
Yan yanayken nasıl bu kadar uzak kaldık?
Gözlerim, alevlerin üzerinden yükselen kara dumana takıldı.
O duman, yalnızca yanan ahşaplardan değil, siyasete kurban verdiğimiz insanlığımızın küllerinden yükseliyordu…
Afyon Postası'nı telefonunuza indirin, olup bitenden anında haberiniz olsun