Sevgili Dostlar,

Bir müddet aradan sonra tekrar birlikte olmak mutluluk verici. Kişisel işlerimden dolayı bir türlü bilgisayarın başına geçememiştim. Lakin şimdi biraz daha yoğunluğu azalttım ve elimden geldiğince size gezi-gastronomi tecrübelerimi , dilim döndüğünce anlatmaya, kalemim yettiğince yazmaya devam edeceğim.

Bu kısa aradan sonra sizlere anlatacağım şehir, “Dream  City” yani Rüya Şehir diye geçen, meşhur Amerikan Rüya’sının başladığı, Frank Sinatra’nın şarkısına ilham olan NEW YORK. Hakkında yazılacak çok şey olduğu için, ikiye bölmeyi tercih ettim.  Temmuz 2015’te bir gurup Türk öğrencinin gurup lideri olarak görev aldığım Amerika Birleşik Devletleri seyahatimde, New York ve New Jersey şehirlerini gezme fırsatım oldu. Görev yerim olan Long Island University konaklamamızı sağladığından dolayı, bu yazımda bir konaklama tavsiyesi veremeyeceğim için şimdiden özür dilerim.

Yolculuk ve Yerleşme

Istanbul’dan Delta Airlines ile 12 saatlik direk bir uçuştan sonra John F Kennedy havalimanına iniş yaptık. Kalktığımızda gündüz, indiğimizde de gündüz olduğu için, meşhur Jetlag ( sirkadyen ritmin yeni saat dilimine uyumsuzluğu ) hemen hemen hepimizi vurdu. 12 saatlik uçuşun, 8 saati okyanus üzerinde oldu. Buda ayrı bir tedirginlik konusu. İndiğimizde ise resmen ellerimiz ayaklarımız şiş bir vaziyette idi. Birde üstüne üstelik, Amerikan Gümrük ve Sınır Polisinin elinin ağırlığı, yaklaşık 3 saatimizi ayakta geçirmemize neden oldu. Bu arada 12 saatte gittiğimiz New York’dan 10 saatte geri döndük. Bu iki saatlik kar nerden geliyor diye soracak olursanız, Dünyanın dönüş yönüne zıt gittiğimiz için. Dile kolay, Dünyamız da saatte 1670km hızla dönüyor. 

Long Island cennetten bir köşe gerçekten. Şahane yeşilliği, ortasındaki doğal göleti, elinizden yemek yiyen sincapları ve kolay ulaşımı ile bölge halkının en gözde yerlerinden. Long Island şahane ama konakladığımız yurdun standartları gerçekten orta sınıftı. Bir de üstüne üstelik aynı yurtta kalan Amerikan Futbolu takımı kaba hareketleri ve sesleriyle Long Island güzelliğine turp sıkmışlardı ama yine de mutluyduk.

Sosyal Hayat ve Sistem

Yazımı ikiye bölmemin sebebi, gezi gastronomi tecrübeleri ve birde hayat tarzı ile,genel gözlemlerimi aktarmak istememdir. Yani genellikle görev yerim Avrupa olduğu için çok farklı bir tecrübe oldu bana. Amerika gerçekten çok farklı. Birkaç farklı yüzü var. Biz tabi hepsine şahitlik edemedik ama yine de ben bir polis devletiyim intibasını damarlarımıza kadar hissettik. Devletin kolluk kuvvetlerinin caydırıcı gücü olmasa, sosyal eşitsizliğin çok fazla olduğu ülke, ciddi karışıklıklara gebe. Bunu Afrika kökenli vatandaşların yaşadığı Harlem’de çok rahat hissedersiniz. Bizim gittiğimiz tarihte yani 2015’te New York Başkonsolosluğu’nda, Konsolosluk vazifesini yapan değerli dostumuz Kadri Eroğlu ile tanışma ve tecrübelerinden faydalanma fırsatımız oldu. Benim için gerçekten büyük bir fırsat oldu. Kendisinin tabiri ile Amerika gerçekten “Emperyalizmin manevi babası” diyebiliriz. Yanımda götürdüğüm çocuklara da çok güzel vatansever mesajlar vermişti Kadri Bey. Ne şanslı çocuklar. Sen 13-14yaşında Amerika’ya git, New York Başkonsolosluğu seni  ağırlasın ve hayatın boyunca duyamayacağın nasihatlari,ülkenin en tecrübeli diplomatlarından birinden dinle. Ne mutlu Afyon’umuzun o gençlerine.

4 Temmuz Amerika Bağımsızlık Gününde ve haftasında ordaydım. O güne binaen geleneksel Yankees (Yankiler) ve Renegade’ler arasındaki beysbol maçına davet edildik. İlk intiba, beysbol gerçekten inanılmaz sıkıcı bir spor. Tabi bu benim kanaatim. Bir adam ona top atan başka bir adamın topuna vuracak da, ortalık hareketlenecek, bir aksiyon olacak yani sahada. Animasyonlar o kadar harikaydı ki ama, dedim ki, kendi kendime, acaba millet bu maç değil de, bu gösterileri mi izlemek için geldi buraya.  Ama maç içinde dikkatimi cezbeden hadiselerden biri önümde oturan üç kişiydi. Kendileri ile biraz sohbet ettim. Biri Alman, biri Meksika biri de Çin kökenliydi. Bu üç Amerikalılaştırılmış, Amerikalılar, Amerikan milli marşı çaldığında,öyle havadan sudan değil, baya içten bir şekilde sağ ellerini göğüslerine koyup o marşı bağıra bağıra okudular. Tabi onlara Amerikalılaştırılmış diyemeyiz yüzlerine  çünkü “Hate Crime” yasası (Irki Nefret Suçu) sizi cinayetten beter bir şekilde yargılar ve mahkum eder. Yani ülkedeki farklı milletlerin haklarını koruyan bir Polis devleti. Kimse bana bunun ileri medeniyetten dolayı olduğunu falan söylemesin. Öyle olduğunu düşünen,polis durdurduğunda isterse elini direksiyondan bir ayırsın bakalım da göreyim ben o ileri medeniyeti. 

Medeniyet

Şimdi Allah var medeniyete de şahit olduk . Tabi kişinin medeniyetten ne anladığına da bağlı ama mesela başımızdan geçen şöyle bir hadise var; meşhur  Times Square’de  yürüyüş yaparken telefonum enteresan bir melodiyle çalmaya başladı, yanımda eşim ve diğer çocuklar hepsinin çalıyordu, hatta etrafımdaki herkesin çalıyordu o caddede yürüyen ve bizim  hepimizde Türk hattı var. Telefona bir baktım ki bir çocuk resmi. Altında da bir yazı “ Az önce üstünde mavi yelek ve beyaz şort ile bu çevrede kaybolmuştur, görenler en yakın polis merkezine haber versinler”. Yani bu teknoloji beni biraz ürpertmedi değil. Bir anda manuel olarak o caddeden geçen herkesin telefonuna ulaşıp bu mesajı gönderdiler. Yaklaşık yirmi dakika sonrada bulunduğuna dair bir mesaj da cabası. Bu medeni teknolojik sistemin adı da “Amber Alert” imiş. Dileyenler internetten araştırabilir, çünkü anlatması çok uzun sürer.

Ayrıca tabi ki Central Park ileri medeniyetin bir göstergesi. Görsellerde gösterdim. Müteahhitler uyanmadan yasa yapanlar uyanmış ki bu müthiş manzara ortaya çıkmış. Şehrin göbeğinde bir nefes alacak cennet bırakmışlar.

 Başka bir örnek hiçbir şekilde sigara içilmemesi. Eğer 20 metre yakınında biri varsa sigara içmek açık hava dahil yasak. Hatta bir meslektaşım dayanamayıp bir köşede yaktı, ama 16 yaşında bile olmayan bir New Yorker, yanına kadar gelip onu sert bir şekilde uyardı. Yasa ayrı bir hoş, hakkını arayan genç ayrı bir hoş.   

Başka bir medeni tarafı da inanılmaz ucuz olması. Oraya sık giden bir arkadaşım bana gitmeden şu tavsiyeyi yapmıştı “ Valiz bile götürme, bir torbaya çorap çamaşır koy, hepsini oradan alırsın” . Bunu ilk duyduğumda abartma demiştim kendi kendime ama dediği kadar varmış. Bizim burada koca koca paralara satılan bazı markalar, orda tezgâhlarda sürünüyor. Tek ilginç tarafı ki hiçbir yerde görmedim daha önce, etiket fiyatlarına vergi dahil değil, yani kasaya gidince ürünün durumuna göre fiyatın üstüne vergi koyuyor ve öyle ödüyorsunuz. 

Şimdilik macera dolu Amerika serüvenimize bir ara verelim, Afyon’umuza geçelim. Bir sonra ki yazımda New York’u incelemeye devam ederiz.

Gel gelelim Afyon’umuza , 

Bu hafta size çok beğendiğim, duyunca hayret ettiğim çok güzel düşünülmüş bir projeden bahsetmek istiyorum.  Bu projenin de mimarı Sayın Valimiz Gökmen Çiçek imiş. Kendisi bu hamlesiyle yine,yeniden Afyon için ne kadar büyük bir şans olduğunu gösterdi. Proje çok ince ayrıntılarla tasarlanmış albikere.com web sitesi. Bu proje sayesinde bayanların el emekleri değerlendirilirken, öğrencilere de burs imkanı sağlanıyor ayrıca yerel girişimciler destekleniyor. Ben hemen duyar duymaz ilk alışverişimi yaptım, safımız belli olsun diye.  Gazetemizin kurucusu Nail Azbay’da tam sayfa haber yaparak desteğini vermiş oldu. Kendisi Afyon konusunda çok duyarlıdır. Şehir dışındaki eş dost akrabaya da gönderdim ki bundan sonra benden istemeyin buradan alın dedim. Fiyatlar gayet makul ve mantıklı. Herkesi tebrik ediyorum emeği geçen. Bunun içerisinde yer alan herkes kazanıyor. Alan da karlı, satan da karlı, üreten karlı, öğrenci karlı… Ama düşünüp hayata geçirenler ve emek sarf edenler ki çoğunu tanımayız bile, işte asıl onlar, İndi İlahi’de karlı. 

Bir dahaki yazımda görüşmek üzere hoş çakalın sevgiyle kalın değerli dostlar…