“Benim çocukluğumda” diye başlayacağım söze;

Bu satırları okuyanların şöyle bir gözden geçirmesini isteyeceğim, bir tık geriye çocukluğunuza gittiğinizde en çok neyi görüyorsunuz orada?

Benim en çok gördüklerim mübalağasız daha çok sevgi, daha çok saygı, daha çok hoşgörü, daha çok güven… İçinde bulunduğumuz bu zamandan bakınca geçmişe…  Orada onca güzellik varken insanın gelesi gelmiyor ki şimdiye…

Şimdi her ne kadar daha çok sevgiyi, daha çok saygıyı ve daha çok hoşgörüyü şiar edinmiş olsak da sınırların kalktığı köyleşen dünyanın şimdideki insanları öyle bir geliyor ki; daha çok “kutuplaşmış”, daha çok “öteki”, daha çok “bilen!” ya da şahsi alanlara bile hürmet etmeyip özel yaşamlara kadar giren ya da girmeyi kendinde hak gören!

Bir sonrasına, geleceğe ne bırakacağız peki? Bu dünyanın şimdisi, insanlık denilen o güzelim olguyu daha ne kadar kemirebilirsin ki!

“Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için” diyen Yunus Emre’ye gıpta ile bakar tüm dünya… Türkiye’de bilmeyen var mı bilmem ama dünyada tanımayan yoktur Yunus Emre’yi…

Geçmiş derken,  şimdi derken belki anlatacak, yazacak daha çok şey varken;  geleceğe bırakılmış mektuplara bakıyorum, ne kaldı? Hatta hayal gücümü tümüyle zorlasam da

“Gelecek Çok Daha Güzel Olacak!” diye bir cümle kuramıyorum maalesef… 

Öyle ise yaz Sibel, gir söze…

“Sözünü bilen kişinin

Yüzünü ak ede bir söz

Sözü pişirip diyenin

İşini sağ ede bir söz” diyerek canım Yunus Emre’nin yüreğinden dökülenleri iliştirip buraya yazayım gelecek yolculuğunda ülkemiz için yanımızda olması gereken en önemli konuları…

Burada kaleme alacaklarım temenni değil bilakis toplumumuzun, ülkemizin tüm yaralarını saracak geleceğe güvenle taşınmasını sağlayacak çok önemle üzerinde durulup hassasiyet gösterilerek uygulanmaya geçilmesi halinde ülkemizi, toplumumuzu her şerden koruyacak ve güçlendirecek öğelerdir. Temennim odur ki karar vericilere ilham olarak ilk ateşi yaksın,  geleceği aydınlatıp görünür kılsın… 

Dünya geleceği yönetmeyi yazıyor, okuyor, çalışıyor bu konuda… Burada yazacağım isimler yabancı olduğundan bir sonraki paragrafa geçerek de yazının bütünlüğü içinde kalabilirsiniz… Ben de olsam sıkılırım ard arda birçok yabancı okunması zor ismi okumayı  tercih etmem doğrusu!  Charles Handy, Stephen Covey, Michael Porter, CK Prahalad, Gary Hamel, Michael Hammer, Eli Goldratt, Peter Senge, Warren Bennis, John Kotter, Philip Kotler, John Naisbitt, Lester Thurow, Kevin Kelly…

Daha pek çok beyin iş dünyasında geleceği yönetmek kavramı altında buluşuyor ve stratejilerden, liderlikten, pazarlamadan, yirmi birinci yüzyılın rol modellerinden, konularından bahsediyorlar pek çok kaynakta…

Naçiz hane bendeniz de bir Türk ismi Sibel Erenoğlu olarak  “şanlı gelecek tarihimiz” ile gurur duyup onurlu hissetmek için ilerleyen satırlardaki stratejilerin ülkemizi çok güçlendireceğini düşünüyorum. 

On beş yıl boyunca Türk kadınlarının içinden çıkamadığı bir sorun yumağını çözmek, bir nebze de olsa sesleri olabilmek gayesi ile kulak verdim hepsine… Bir gün geldi ki daha iyi olması için çaba sarf ettiğim bu alanda bir adım ileriye daha gidilemedi hatta bir uçurumdan düşercesine şiddetlendi hızı kadın yaşamını etkileyen olumsuzlukların. Tüm verileri tekrar topladım.. Koydum önüme. Hani güçlenecekti kadın! Neden tam aksine? Onu güçlendirecek rol modeller koydum kadınların önüne. Öte taraftan kapının kolu der gibi gittikçe birbirine yapışan, ayrılamaz hale gelen “toplumumuzda “kadına şiddetle” sadece ben değil tüm toplum sürekli burun buruna geldik. Okumayanlar da dinlesin diye sesli kitap yazdım sonra, “Şiddete karşı haklarımız!” Bu kitabı yazmak bana şunu öğretti… Şiddet uygulandığı atmosferlerdeki kişileri direk şiddete maruz kalmasa dahi etkiliyor ve yaşamların geleceğine bu şekilde yayılıyordu… Bu yolculuk işte tam burada sona erdi. Çünkü tanımı yapılan tanısı koyulan tüm hastalıkların mutlak bir çözümü de olmalı. Bu konunun çözümü kendini göstermişti artık. Harekete geçtim. Valiye gittim. Kadınlarla ilgili hiçbir şey yapmıyorsunuz dedim. Valimiz gerçekten duyarlılık gösterdi. Fikrimi sordu. İmkanlarınız size bu konuda anketler yaptırarak benim aktaracaklarımdan daha çok bilgi verecektir dedim.

Anket yapıldı. Sonucu öğrenmek için koştum. Ne çıktı acaba? Kadınlar için nasıl bir çalışma yapılacak. Mikro kredi dedi. 600 kadına mikro kredi. Üzüldüm duyunca. Vali Bey şaşırdı. Kadınlar için çalışılmış bir adım atılmıştı aslında. Dedim ki Sayın Valim, bu altı yüz kadın aynı pazarda aynı şeyleri üretip satacaklar. Maliyetlerini kurtarıp üste biraz kar edecekler onlara moral olacak. Dışarı, sokağa izinsiz çıkamayanlar ya da evlerinde süreklilik isteyen fakat hiçbir şekilde görülmeyen nankör ve yorucu işlerin, aynı üç beş komşunun dışına çıkacaklar sadece. Sadece uzaklaşma duygularında hizmet etmiş olacak bu çalışma. Belki çok iyi örnekler de vardır ama genel olarak bu sonuçtan başka bir fayda oluşturamayacak. Mesela Türkiye ekonomisine bir katkısı olamayacak kadınların! Böyle bir adımın atılmasına neden olmak da güzel bir duyguydu aslında. Ama ben başka bir şeyden bahsediyorum. Asıl ihtiyaçtan. Nedir dedi Vali Bey?  Dedim ki; okulları altı ay kapatalım mesela. Anneanne, dede, babaanne, oğul, kız, anne, baba, çocuk hep birlikte sadece “doğru iletişimi, kendini ifade edebilmeyi” öğreten, hatırlatan iletişim eğitimleri açalım. Başka hiçbir şeye gerek kalmayacak o zaman. Kadınlar değil sadece erkekler de, gençler, yaşlılar çalışan kesim, çalışmayan kesim kim varsa iletişimi unuttu ya da bilmiyor. Genel olarak “uzaklaşma” duygusuna hizmet eden alanlarda yaşıyor. Sadece uzaklaşma değil kendini ifade edememe ya da doğru ifade edememe de değil atmosferde taşınan “şiddet” var en önemlisi. Kendini ifade edebilen, doğru iletişim kurabilen insanların dünyasında atmosfer temizliği de yapılmış olur. Ve şiddet son bulur… Meşguliyetler artar mesela. Uzaklaşmayan insan gerçekten ve istekle üretmeye başlar. Günü kurtarmanın dışına çıkıp sosyal girişim ve yaratıcılık öğelerini öne koyarak teknoloji kullanarak bolluk düzenine geçer mesela… Yaşanılan alanlarda saygı ve sevginin olduğu yerde, kendini ifade edebilen insanların olduğu yerde ekonomi bir kaygı olmaktan çıkar. Üretir, çalışır, çalışmanın gücünü koyar ortaya. Her anlamda “Gelecek Çok Daha Güzel Olacak” diyebilir o zaman.   

Mesela enerjilerini hayatta kalmak için değil, hayallerini gerçekleştirebilmek için kullanabilirler o zaman…

Yukarıda yazdıklarım şu anda tüm dünyanın ana konusudur, değerli okurlar. Sadece ülkemiz için gerekli değil. 9 Milyar dünya nüfusu için... “Günümüzün en büyük meselesi Bolluk Yaratmak” adlı bir kitapta diyor ki “bir ülkede bolluktan söz edebilmek için o ülkede kadınların, çocukların yaşam kalitesini artırmak birinci görevdir.”

Ben insan hakları vs demek istemiyorum bu çağda…  “Daha çok var” diyerek başladığım yazıma yeni sözler ekleyebilmek umudu ile; son sözleri Mevlana söylesin istiyorum…  

Her gün bir yerden göçmek ne iyi.

Her gün bir yere konmak ne güzel.

Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.

Dünle beraber gitti, cancağızım,

ne kadar söz varsa düne ait.

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.