Güzel ve pahalı bir Pazar günü hepinizi selamlıyorum. Orhan Veli’nin “Bedava” şiirini bugünlerde daha çok hatırlıyoruz sanırım: 

Bedava yaşıyoruz, bedava;

Hava bedava, bulut bedava;

Dere tepe bedava;

Yağmur çamur bedava;

Otomobillerin dışı,

Sinemaların kapısı,

Camekanlar bedava;

Peynir ekmek değil ama

Acı su bedava;

Kelle fiyatına hürriyet,

Esirlik bedava;

Bedava yaşıyoruz, bedava.

Acı suyu uzun zamandır parayla alıyoruz, bari hava bedava diye sevinirken havayı da satın alabileceğimiz gerçeği ile karşılaştım geçtiğimiz günlerde. Kırsal alanlarda temiz havayı şişelere doldurup internet üzerinden pazarlayan şirketlerin sayısı artıyormuş. Vitality isimli Kanadalı bir şirket bu konuda epey ilerlemiş. Şirketin genel müdürü işe şaka olarak başladıklarını, belki sadece armağan olarak alınıp satılabileceğini düşündüklerini söylemiş. Şimdi şirket dağ havasını, 160 kez soluk alacağınız şekilde kutulayıp, tanesi 24 dolardan internet üzerinden; özellikle teknoloji ve nüfus yoğunluğu hayli yüksek olan Çin, Hindistan ve Güney Kore’ye satıyormuş. Ben de; “benzindeki bu pahalılık bize yiyecek posasıyla çalışan motorlar ürettirir” diye şaka yapıyorum ne zamandır.  Umarım bu şaka ciddi olur. Evet sebze meyve de pahalı ama en azından bir yere para veririz. Hayal işte, şükür daha hayallere vergi ya da para alınmıyor. 

 Bugünlerde meditasyonada yoğun bir ilgi olduğunu gözlemliyorum. Uzun yıllardır meditasyon yapıyorum kesinlikle çok faydasını görüyorum. İnsanın hayatın stresinden birkaç dakikalığına bile olsa uzaklaşması, farkındalığına, kendini gerçekleştirmeye yakınlaşması demek. Tabi zorlaşan hayat şartlarında meditasyonu da yine yeniden keşfettik. Bu zor günlerde yaşama sarılmak için hepimiz kendimizce uğraş veriyoruz. Bir önceki “Savaş ve Sanat” başlıklı yazımda birkaç kitap ve film önerisinde bulunmuştum. Bu yazımda da, kendi izlediklerimden birkaç film ve kitap önerisinde bulunacağım. Önerilerime birkaç tarihi filmi ekleyeceğim, çünkü yakın zamanlarda yapılmış çok güzel savaş filmleri var ve bu filmlere internetteki listelerden ulaşmak mümkün. Tarihi savaş filmleri biraz gözden kaçıyor, onlara önem vermek iyi olur diye düşündüm. Bir de bizim çocukluğumuzda Pazar günleri savaş filmleri ve kovboy filmleri olurdu, ailece izlerdik. O güzel günleri de anmış olalım. 

İki film önerim var: İlki “Kwai Köprüsü”. İngiliz- Amerikan ortak yapımı olan film 1997 yılında Kongre Kütüphanesi tarafından koruma altına alınmış. Yönetmenliğini David Lee’nin yaptığı Kwai Köprüsü;  Albay Nicholson'ın liderlik ettiği esirlerin, Kwai Nehri üzerinde bir köprü yapmaları için Japonlardan bir direktif almalarını konu edinmektedir. Albay Saito'nun köprüyü yaptırmaktaki amacı cephaneyi birliklerine kolayca dağıtmaktır. 

“General Patton” II. Dünya Savaşı'nın efsanevi ve "nevi şahsına münhasır" generali Patton'ın hikâyesinin anlatır. Francis Ford Coppola ve Edmund H. North'un birlikte senaryosunu yazdıkları filmi, Franklin J. Schaffner yönetmiş. Bu filmde Kwai Köprüsü gibi Kongre Kütüphanesi’nin “Ulusal Film Arşivi”nde korunmakta. 

Yazımı Ernest Hemingway’in “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” isimli eseriyle ve sonrasında bu eserden bir alıntıyla bitirmek istiyorum. Eserde Hemingway, İspanyol İç Savaşı sırasında, dağlarda faşistlere karşı savaşan gerilla güçleri arasında bulunan Amerikalı bir İspanyolca profesörü olan Robert Jordan'ın gözünden, savaşın anlamsızlığını sorgular. Esere adını veren, 16. yüzyıl Birleşik krallık şair ve vaizi John Donne’dan:

“Hiçbir insan ada değildir, tek başına bir bütün; her insan

Kıtanın bir parçasıdır, bütünün bir bölümü; bir toprak

Zerresi denize karışıp gitse, sanki yitip giden yüksek bir

Tepeymişçesine, dostlarının ya da senin yurdunmuşçasına

Azalır Avrupa. Her bir insanın ölümü de işte böyle azaltır 

Beni çünkü ben insanlığın bir parçasıyım. O yüzden sakın 

Sorma çanlar kimin için çalıyor diye; senin için çalıyor.

Evet, çanlar hepimiz için çalmaya başladı. Sanat ve barış dolu günler dileklerimle,

İyi ki sanat var, sanatla kalın