İsim, ad koymak tüm kültürlerde önemlidir. Diğer kültürlerde olduğu gibi bizim kültürümüzde de konulan adın, bebeğin kişiliğini ve geleceğini etkileyeceği düşünülür ve çoğu zaman bu düşünceyle isim seçilir. Ad koymak; adı konulan kişiye yaşamın kattığı, katacağı deneyimleri açıklamaz ancak ailesi ve kendisinin dünya görüşüne dair çok kısa bir özet oluşturur, fikir verir. İsimler, kişilerin dünyaya açılan kapılarının şifreleridir. Kişilerin isimlerinde olduğu gibi sanat eserlerinde de isim her zaman önemli olmuştur. Sanat eserinin isminin konması ya da konmaması sanat eserlerinin dolaşımı ve sanat piyasası ile ve sanatçı tavrı ile yakından ilgilidir.

Sanat eserlerine konulan isimler “başlık” olarak nitelendirilir. Yale Üniversitesi’nde İngilizce Profesörü olan Ruth Yeazell, Resim Başlıkları: Batılı Resimler İsimlerini Nasıl ve Neden Elde Ettiler adlı kitabında, 18. yüzyıl öncesi sanatçılarının, çoğu sanat eseri tek bir yerde kaldığı için, eserlerine bir başlık verme gereği duymadıklarını açıklıyor. Yazar, 18. yüzyıla kadar gezici sergiler ve sanat piyasasının gerekli kıldığı kapsamlı etiketleme ve kataloglama çalışmaları olmadığı için eserlere başlık, isim koyma gereği de olmadığını belirtiyor. Yapılan eserler siparişle, kişiye özel yapıldığı veyahut ta, dini ya da mitolojik bir konuyu betimlediği ve belirli bir mekânda (evde ya da kilisede) sergilendiği için isme, başlığa gerek duyulmuyordu. 18. yüzyıla kadar resim yazıdan (okuma yazma bilen insanlar çok daha az olduğundan) daha ulaşılabilirdi.

18. yüzyıldan itibaren müzelerin yaygınlaşmasıyla, başlıklandırma uygulaması başladı. Sanat piyasası büyüyordu ve eserleri etiketlendirmek, kategorize etmek hatta eserler piyasada dolaştıkça eserleri takip etmek için isimlendirmek gerekiyordu. Eserleri başlıklandırmanın gerekliliğinde, kategorize etme ve lojistik takibi kolaylaştırma maddelerinin yanına, zamanla eser hakkında daha kolay bilgi edinme maddesi de eklendi. Böylece başlıklar sayesinde faklı bölgelerin yerel halkları, resim hakkında daha kolay bilgi edinebilir hale geldi. 18. Yüzyıl öncesinde yapılmış başlıksız, isimsiz pek çok esere galericiler, küratörler, sanat tarihçileri ve halk, takma adlar, resmi başlıklar koydular. Bu şekilde, ilgili eser sanat ortamlarında dolaşımda olduğu için ilgili eserden bahsetmek, hakkında konuşmak, bilgi almak kolaylaştı. Örneğin Mona Lisa başlığı; Giorgio Vasari’nin Sanatçıların Yaşamları kitabında resmi olarak Francesce del Giocondo’nun eşi Mona Lisa olarak ya da “Madam Lisa” olarak geçmekle birlikte, “La Gioconda” veya “La Joconde” olarak da bilinmektedir.

Bununla beraber bir kural olmasına rağmen, eserlere başlık verme uygulaması sanatçılar tarafından uzun zaman önce değiştirildi. Özellikle 20. yüzyılda bazı sanatçılar eserlerin başlıklarının, eserlerini belirleyemeyeceği fikrindeydiler. Örneğin, Pablo Picasso eserlerinin başlıklarının eserle hiçbir alakası olmadığı konusunda ısrarcı davranmış, eserlerinin kendi adlarıyla konuşmalarını tercih etmiştir. Yıllar içerisinde eserlerinin çoğu galericiler ya da sanat danışmanlarınca adlandırılmışsa da Picasso’ya göre “Bir sanatçının yalnızca bir tek dili vardır”. Picasso gibi pek çok sanatçı için bu dil, görseldir.

İsim koymada, etiketlemede, başlıkta eserin anlamına yönelik pratik yaklaşım, açık uçlu anlamı önemseyen sanatçıların niyetlerine ters düşebiliyor, bu nedenle özellikle günümüzde eser başlıklarının kasıtlı olarak konulmadığı pek çok çalışma vardır. Günümüz sanatçılarından Clyfford Still resimlerini yoruma açık bir Rorscach ( Mürekkep lekeleri) testi gibi tanımlayarak; “İzleyiciye müdahale edecek veya izleyiciye yardımcı olacak hiçbir ima istemediğini” belirtmiş, "Onlardan önce onun kendi başına olmasını istiyorum ve eğer izleyici onlarda kaba, nahoş veya kötü bir görüntü bulursa, kendi ruhunun durumuna baksın." demiştir.

Çağdaş sanatçı Hannah Levy de benzer düşüncelerle eser başlığı konusunda; “Bir eserde neler olduğuna veya ne tür duygular yaratabileceğine dair bir fikrim var, ancak başka birinin farklı bir tepkisi varsa, bu harika. “Kimsenin deneyimini çok fazla yönlendirmek istemiyorum.” demiştir.

Marcel Duchamp, ünlü bir şekilde “başlık görünmez bir renktir” demiştir - ve bu, iyi ya da kötü, en dayanıklı sanat eserlerine bile giren bir renktir. Sanatçıların, eserlerinin içerdiği anlamı daha özgür kılmak, izleyici ve eser arasına girmemek gibi felsefi nedenleri yanında, bir sanat eserini başlıksız bırakmak kayıt tutmak zorunda olan galericiler ve katalogçular için lojistik bir kâbus olabiliyor. Ayrıca psikolojik çalışmalar da, başlıksız sanat eserlerine izleyicilerin daha az ilgi gösterdiğini ve eserleri daha az anladığını gösteriyor. Bununla beraber “başlıksız” eserler sanatçı tavrı olarak epey yaygınlaşmış ve bu yönüyle de başlık görevi görüyor, kendi başına sanatçının tavrını yansıtması, dünya görüşüne dair ipucu vermesi açısından (yazının başında kişi ismi koymada olduğu gibi) önemli bir başlık olarak kabul ediliyor. “Başlıksız” kelimesi, eserin anlamını izleyiciye dayatmak, vurgulamak yerine, seyircinin esere karşı kendi yorumunu oluşturma, eserle etkileşime geçip anlam yaratma şansını sunuyor. Kayıt alma, kategori oluşturmaya dayalı müzelerdeki ve galerilerdeki kurumsal çerçeveye karşı bir yan yol oluşturuyor.

Sanatın daima hayatınızda olması, kendi başlıklarınızı belirlemeniz dileklerimle, sanatla kalın

İyi ki sanat var