Karayipler’de yer alan ve 11 milyon nüfuslu bir ada ülkesi olan Küba, UNESCO’nun yaptığı araştırmaya göre en çok gidilmek istenen yerlerin başında geliyor.

Küba ismi, “güneşin toprağa değmediği yer” anlamına gelen Cubao’dan geliyor. 

Benim de uzun bir süre, görmem gereken yerler listemde üst sıralarda yer alıyordu Küba.

Uzakta olmasından dolayı gitmeyi erteliyordum ama Asya gezimde yaptığım uzun yolculuklardan aldığım cesaretle geçen sene gitmeye karar verdim.

12 saatlik uçak yolculuğundan sonra artık Küba’daydım.

Renkli Şehir Havana

Küba gezimin ilk durağı, ülkenin başkenti ve aynı zamanda en turistik şehri Havana oldu. Karayip Adaları’ndaki en büyük şehir olan Havana’nın nüfusu 2.5 milyon civarında. İspanyolların meşhur sömürge valisi Diego Valazquez tarafından 1515’te kurulmuş. Havana’nın orijinal adı ise La Habana.

Şehir yapısı, 1982 yılında UNESCO tarafından kültürel miras listesine girip koruma altına alındığı için sokaklar buram buram tarih kokuyor. Diğer ülkelerden farklı bir yaşam tarzına sahip Küba’nın farklı bir atmosferi var. Ülkenin cadde ve sokakları, tam bir görsel şölen sunan klasik Amerikan arabaları ve bakımsız ama rengarenk tarihi binalarla dolu.

Gezime öncelikle Devrim Müzesi’ni ziyaret ederek başladım. Eski başkanlık sarayı olan binanın yapımı 1920 yılında tamamlanmış. Küba Devrimi sonrasında bir süre hükümet ve bakanlar kurulu tarafından kullanılıp, sonrasında müzeye dönüştürülmüş. 

Müzede Fidel Castro, Raul Castro ve Che Guevara’nın içinde bulunduğu 81 devrimciyi Meksika’dan Küba’ya taşıyan Granma gemisi ile devrim esnasında kullanılan silahlar ve tanklar var.

Şehrin simge yapılarından biri olan ve Che Guevera’nın devrimden sonra yerleştiği El Morro Kalesi de görülmesi gereken yerlerden. Şehirdeki liman girişini korumak amacıyla 1589 yılında yapılan kale, 3 metre kalınlığında inşa edilmiş. Kalede 12 tane top mevcut. Havana koyuna korsanların girişini önlemek amacıyla buradan toplar atılırmış. 

Bir başka kale olan Real Fuerza ise şehri korumak adına yapılan ilk savunma yapısıdır. Korsanlardan korunma amacı ile yapılmış olan kale, Amerika kıtasının en eski taş kalesi unvanına sahip.

El Capitolio

1959’daki Küba Devrimi’ne kadar bu bina Küba hükümetine ev sahipliği yapmış. 1929 yılında inşa edilen El Capitolio’nun mimarisinde ABD’nin başkenti Washington D.C.’deki kongre binası Capitol Hill’den esinlenilmiş. O yıllarda ülke bağımsız ama büyük oranda Amerika’nın kontrolündeyken özellikle bu binaya benzeyecek şekilde inşa edilmiş. Bina, devrim sonrası Bilim ve Teknoloji Bakanlığına dönüştürülmüş. İçerisinde ise çok kapsamlı bir bilim ve teknoloji kütüphanesi bulunuyor.

Devrim Meydanı (Plaza de la Revolucion)

Küba devrimine sahne olan meydan, 1959 yılından beri milyonlarca Kübalıyı bir araya getiriyor. 72 bin metrekare alan üzerine kurulu ve yaklaşık 5 milyon kişi kapasiteli meydan, 1 Mayıs kutlamalarının ana merkezi konumunda.

Meydanın bir tarafında Che Guevara’nın kocaman silüeti yer alıyor. Silüetin altında yazan “Hasta La Victoria Siempre” ise “Zafere Kadar Daima” demek. Che, Fidel’e yazdığı son mektuplardan birisini bu söz ile bitirmiş. Daha sonra zaferin simgesi haline gelmiş bu slogan. 

Bu arada çoğu kişinin düşündüğünün aksine kendisi Kübalı değil, Arjantinliydi. 

Callejon de Hamel

Burası, her yeri grafiti ile dolu duvarların olduğu, sokak sanatlarının yapıldığı, Küba’da yaygın olarak inanılan Afro-Cuban dininin ve kültürünün yaşatıldığı ve özellikle pazar günleri Afrikalıların rumba yaptığı bir alan. 

“Peki, Küba'da Afrikalıların ne işi var?”. 1526 yılında İspanyollar Afrika’dan Küba’ya hiç azımsanmayacak sayıda köle getirmiş. Bu durum Küba’da Afrika inancı olan “Yoruba” ile “Hristiyan” inancının sentezlenmesi sonucu, Afro-Cuban dini içerisindeki akımlardan biri olan “Santeria” adında bir inancın doğmasına neden olmuş.

Bir Heykel Bir Diyalog

“Buraya doğru geliyorlar ama merak etme hallederiz dostum.”

Küba’da Atatürk Heykeli

2008 yılında Havana'da sahile yakın bir parkta Mustafa Kemal Atatürk’ün de büstü dikilmiş. Büstün üzerinde ise “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” yazısı ile “Fundador de la Republica de Turquia” yani “Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu” yazıyor.

1997’de İstanbul’da gerçekleşen Habitat toplantısında “Bu kadar büyük bir devrim yaptım ama onun yaptıklarını ben başaramazdım. Asıl devrimci Atatürk’tür.” diyen Fidel Castro’nun ülkesinde, yabancı bir devlet adamına ait tek büst.

Klasik Araba ile Şehir Turu

Küba sokakları adeta açık hava klasik araba müzesi gibi. Çarşıda dolaşırken ya da sokak arasında bir evin önünden geçerken, en yenisi 1959 yılından kalma eski Amerikan arabaları ile karşılaşıyorsunuz.

Bu arabaları ticari amaçlı olarak da kullanıyorlar. Üstü açık klasik arabalarla şoför eşliğinde şehir turu yaptırıyorlar. Buraya kadar gelmişken, bir daha belki göremeyeceğim bu arabalara binmemek olmazdı. O yüzden, beğendiğim mavi renkli klasik bir arabayla şehir turuna katıldım ben de.

Vinales

Küba seyahatimde bir günümü ise Havana’ya 3 saat uzaklıkta olan ve ülkenin kuzey batısında bulunan Vinales adlı kasabaya ayırdım. Buraya tur aracılığı ile gittim.

Vinales özellikle tütün ve kahve üretimiyle meşhur bir bölge. Tur kapsamında buradaki bir tütün çiftliğini ziyaret ederek tütünün nasıl kurutulduğunu ve puronun hangi aşamalardan geçerek yapıldığını gördük. Purolar ise fabrikasyon değil tamamen el yapımı.

Bölge aynı zamanda yemyeşil vadileri ve mağaraları ile de hayranlık uyandırıyor.

Küba’nın En Eski Şehri Trinidad

Küba’da görülmesi gereken şehirlerden biri de kesinlikle Trinidad. Gezimin iki gününü bu güzel şehre ayırdım.

Burası, Havana’dan sonra Küba’nın en eski ve tarihi şehridir. Şehrin adı, İspanyolca “üçleme (baba-oğul-kutsal ruh)” anlamına gelmekte ve Kristof Kolomb tarafından konulmuş. 

Aynı Havana gibi Trinidad’ın da “eski şehir” (old town) bölgesi UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde. Arnavut kaldırımlı dar sokaklar, az katlı ve bitişik nizam, pastel boyalı evler, insanı kendisine hayran bırakıyor. Rengarenk ve şirin evlerin arasında dolaşırken, adeta bir masal şehrinde dolaşıyor hissine kapıldım.

Trinidad’ın merkezindeki meydanda 18. yüzyılda şeker ve köle ticareti ile zenginleşen toprak sahiplerinin evleri varmış. Devrimden sonra bu mülklere el koyan Fidel, evleri tematik müzelere çevirerek halka açmış.

Küba İzlenimlerim

  • Birçok kişi, Küba’da paranın kullanılmadığını sanıyor. Oysaki CUP ve CUC diye 2 tür para birimi var. CUP halkın kullandığı peso, CUC ise daha çok turistler için çıkarılan para birimi.1 CUC yaklaşık olarak 1 Euro’ya eşitlenmiş durumda. Özellikle restoranlarda ve kafelerde yerel halk da CUC ile ödeme yapmak zorunda. Fakat otobüslerde ya da müzelerde CUP ile ödeme yapabiliyorlar. Bu arada Küba’ya gideceklere yanlarında Euro götürmelerini tavsiye ederim. Çünkü dolar bozdurma işlemlerinde daha yüksek komisyon alıyorlar.

  • İnternet henüz yaygın değil. Devlete bağlı telekom kurumu olan ETECSA tarafından internet erişimi sağlanıyor. Belirli noktalarda internet kartı satılıyor. Genellikle kapı önünde kuyruk oluyor.1 ve 5 saatlik olanları var.1 yıl geçerli. Süre yettiği sürece istediğin zaman girebiliyorsun.1 saatlik kart 1 CUC. Sadece belirli noktalarda internet var. Genellikle parklarda oluyor. Ellerinde telefonla uğraşan bir kalabalık gördüğünüzde oranın internet noktası olduğunu anlıyorsunuz. İlk defa, yurt dışı gezimde internet için de bir bütçe ayırdım.

  • Halkın çoğu eski ve bakımsız evlerde yaşıyor. Maddi durumları çok iyi olmamasına rağmen keyifleri yerinde görünüyor. Ara sokaklarda dolaşırken en çok dikkatimi çeken şey, insanların çoğunlukla evlerinin kapısının önünde oturuyor olmaları. Koca şehirde küçük bir kasaba ya da köy havası var sanki. Kimisi yoldan gelip geçeni izliyor kimisi de komşularıyla sohbet ediyor. Çocuklar ise evlerde internet ve tablet olmadığı için sanal dünya yerine, sokaklarda doyasıya oyun oynuyorlar. Bizde artık nostalji haline gelen ve yeni neslin bilmediği  misketlerle buradaki çocuklar oynuyor. Turistik olmayan, halkın yaşadığı ara sokaklarda çok fazla dolaştım. Çocuklar hep sokaklarda. Kimi futbol, kimi gazete kağıtlarından yaptıkları toplarla beyzbol, kimi de bilye (misket) oynuyordu. Kısaca, Küba’daki çocuklar çocukluklarının tadını çıkarıyor. Bu bakımdan şanslılar. Şimdilik keyifleri yerinde…

  • Müziği ve dansı çok seviyorlar. Evlerin ve dükkânların önünden geçerken muhakkak müzik sesi duyuyorsunuz. Bazen de Latin ezgileri eşliğinde dans ediyorlar. Kafelerin ve otellerin neredeyse hepsinde canlı müzik var. Kısaca, Latin ezgileri her yerde. 

  • Daha önce Bosna-Hersek ziyareti yaptığımda, ülkemizden çok fazla kişiyle karşılaşmıştım. Sanki Türkiye'de bir şehirde dolaşıyor hissine kapılmıştım. Oradan sonra ilk defa Küba'da çok fazla Türk’le karşılaştım. Çoğu da turla gelenlerdi.

  • Çok fazla turist geldiği için sanırım birçoğu işi paraya dökmüş. Fotoğraf çektiğinizde ya da bir şey sorduğunuzda hemen para istiyorlar. Bunun dışında para istemeden gerçekten yardım edenler de oldu tabii. Adres sorduğum bir adam hangi otobüse bineceğimi gösterip otobüsün kapısına kadar benimle geldi. 

  • Kimisi yardımcı olma bahanesiyle arkadaşça yaklaşıp bir süre sohbet ediyor. Sonrasında çantasından çıkardığı puroları satmaya çalışıyor ya da satış yaptıkları dükkâna çağırıyor. Birkaç kere böyle kişilerle karşılaştım ve her seferinde biraz muhabbet ettikten sonra adres sorduğumda, sırf satın almadığım için yanlış adrese yönlendirdiler. Neyse ki ondan sonra başka birilerine daha sormuştum. Bir de bu satıcı tipler, Türkiye’den geldiğimi öğrenince ya bizim takım adlarını sayıyorlar ya da “Selamün aleyküm” diyorlar. Nabza göre şerbet vermeyi öğrenmişler :)

  • Balkanlarda ve Ortadoğu'da olduğu gibi Küba'da da dizilerimizi izleyenler var. Trinidad'da bir ailenin evinde konakladım. Ev sahibi kadın, Türkiye'den geldiğimi öğrenince birkaç Türkçe kelime konuştu. Sonra da ekranda izlediği Türk dizisini gösterip buradan öğrendiğini söyledi. Diziyi İspanyolca alt yazılı izliyordu. Dizi izlemediğim için hangi dizi olduğunu da bilemedim. Sonra ismine bakınca "Sevdam  Alabora" adında bir dizi olduğunu gördüm. 

  • Devlet, temel gıda maddelerini verdiği için fazla dilencilik yok. Sadece bir dilenciyle karşılaştım. Mesela, Budapeşte'ye gittiğimde dışarda kapı önlerinde ya da parklarda yatan çok fazla dilenci ve evsiz görmüştüm. 

  • Devlet, halkın yaşadıkları evlerini turistlere kiralamasına izin verdiği için ek bir gelir kapısı oluşmuş. Evin bir odası kiraya veriliyor ve istenirse  belirli bir ücret karşılığında ev sahibi kahvaltınızı hazırlayabiliyor. Bu evlere "Casa" deniyor. Birçoğunun kapısında tabelası oluyor. Hatta bazısı kartvizit bastırmış. Birkaç kişi bana kartlarından verdi. 

  • Türkiye’de nereye kafamızı çevirsek reklam görselleriyle karşılaştığımız için burada olmaması ilk başta tuhaf geliyor. Ne açık havada ne otobüste ne elektrik direklerinde ne de yol kenarlarında var. Ama sonrasında alışıyorsunuz. Bu anlamda gözlerim ve beynim dinlendi biraz.

Küba’ya Ne Zaman Gidilir?

Küba, tropikal bir iklime sahip.Yıllık ortalama sıcaklık 25 derece. Mayıs-ekim ayları arasında yağış görülürken, kasım-nisan arası ise kuru sezon. 

Ben, şubat ayında gitmiştim. Hava ne çok sıcak ne de çok soğuktu. Gezmek için ideal bir havaydı.

Küba’ya gitmek için kötü bir zaman olmamakla birlikte, çok sıcak ve nemli olan yaz aylarından kaçınmak gerek. Eğer sıcakla aranız iyi değilse aralık- şubat dönemini tercih edebilirsiniz.

*****

Gelecek yazıda farklı bir ülkede tekrar buluşmak dileğiyle.

Herkese sağlıklı günler diliyorum.