Hani başı boş serseri bir gün yaşarsınız ya, öylesine işte...

Hani ne ne yapacağınızı, ne de nereye gideceğinizi bilemezsiniz de düşersiniz ya yola. Artık yol sizi nereye götürürse öyle işte...

Hani bozuk bir damakla, canınız bir şeyler ister de koyamazsınız ya adını. Aradığınız o tadın adı, her neyse işte...

Ne tatlıdır, ne tuzlu ne ekşidir ne de acı, saçma sapan tuhaf bir tat boşluğunda işte...

Sanki size ait değilmiş gibi adımlarınız öylesine serkeş götürür ya sizi bir yerlere öyle işte...

Aslın da hiç de yabancı değildir yürüdüğünüz yollar, aşinadır hem de çok aşina. Bilirsiniz de aradıklarınızın artık orada olmadıklarını, dedim ya adımlarınız serkeş işte...

Ellerinizi tutan ellerinin, gölgeleri kalmıştır etrafta. Sıcaklığını düşürmek istersiniz içinize, fakat soğuktur taş duvarlar üşürsünüz öyle işte...

Kaldırımlara düşmüştür gülüşleriniz, duyar gibi olursunuz. Eğilip toplamak istersiniz eski yerlerine koyabilmek için, ama İzin vermez gelip geçenler. İki adım arasında bir kondurduğu, öpüşleri geçer dudaklarınızdan hızla, yakalayamazsınız. Sanki soyguncu hayatların, soyguna uğrattığı yerdedir hatıralar...

O pencere, hiç bir şeyi eskisi gibi göstermiyordur artık. Ne o arkanızdan gelip yakalayabilir sizi, ne de siz dönüp onu bulabilirsiniz...

Kusursuz hatırlarsınız hepsini, yeterli bir ışık da her şey yerli yerindedir görürsünüz. Ama tuhaftır bir şekil de eksiktir bir şeyler işte. Aynı odanın için de ya birbirinizi kaybetmişsiniz, ya da körmüşsünüz gibi öyle bir şey işte...

Sanki iki şairden çıkan bir şiirin sesi yasaklara denk gelmiş de kısılmış gibi bir şey işte. Halbuki anadan üryan, çırılçıplak duygular düşmüş satırlara en doğru yerinden. Ama ya adrestekiler bulunamamış, ya da adresi yanlış gibi bir şey işte...!!!