Küçükken evimize Hürriyet gazetesi alınırdı.

Okumayı söktükten ve kitaplar yetmemeye başladıktan sonra gazete okumaya başladım.

Haliyle o yaşlardaki bir çocuğa uygun çok fazla metin yoktu gazetede.

Ama çok sevdiğim bir köşe vardı hiç kaçırmazdım.

Hasan Pulur’un ‘Olaylar ve İnsanlar’ adlı köşesinde yazdıklarını ilgiyle takip ediyordum.

Çünkü konu ne olursa olsun her yazıda mutlaka bir fıkraya yer veriyor ve okuyanı gülümsetiyordu.

Güldürürken düşündüren, düşündürürken güldüren derler ya öyle etkili yazıyordu.

Okumayı öğrenene kadar astronot olma hayali kurarken gazeteci olmaya o zamanlar karar verdim.

O yaşlı, tonton amca böyle bir iz bıraktı hayatımda.

* * *

Eskişehir’de iletişim fakültesinde öğrenim görürken yerel Sakarya gazetesine de bir ek hazırlıyorduk.

Bu ekte haber ve araştırmaların yanı sıra fotoğraf, karikatür ve mizah yazıları da yer alıyordu.

Gazetenin kuruluş yıldönümlerinden birinde kendisiyle tanışma, ilk ve son kez görme fırsatı buldum.

İyi bir yazar olduğu kadar iyi de bir Fenerbahçeli idi, ışıklar içinde uyusun.

Bugünkü yazıma bu özelliğiyle konuk edeceğim Hasan Pulur’u.

Dün akşamki Bursaspor-Fenerbahçe maçından sonra bir fotoğraf düştü sosyal medyaya.

Fenerbahçe başkanı Ali Koç’un maçtan sonra tribünde başını öne eğmiş bir görüntüsüydü.

Beyaz TV spor programı o fotoğrafı ‘Aldırma Gönül’ şarkısı eşliğinde klip yaparak yayımladı.

Gerçekten Lefter’in adını taşıyan sezonda Fenerbahçeliler için inanılmaz, zor bir süreç yaşanıyor.

Ben Fenerbahçe başkanına hiç yakışmayan bu görüntüyü asla hazmedemiyorum.

Elbet bu günler de geçer ama ne tarih ne de Fenerbahçeliler bu günleri yaşatanları unutur.

Bir Ali Koç muhalifi olarak çok şey söyleyebilirim ama “söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil”.

İyisi mi ben sözü üstada bırakayım çünkü zamanında yazmış ve bize yazılacak bir şey bırakmamış.

Fenerbahçe-Bursasporarasında 21 Mayıs 2015 tarihindeki maç 0-3 sonuçlanmış.

Bakın Hasan Pulur, 27 Mayıs 2015 tarihli Milliyet gazetesindeki köşesinde ne (kadar güzel) yazmış.

* * *

FENERBAHÇE

Ne Fenerbahçe sevdası biter bizde, ne Fenerbahçeli olmanın fedailiği.

Evet, hemen hemen her üç senede bir bunlar tekrarlanır.

Bizim Fenerbahçeliliğimiz nereden gelir?

Babamızdan, peki onun Fenerbahçeliliği?

Fenerbahçe’de top mu koşturmuştur ya da kendisi mi koşmuştur?

* * *

Kendisi anlatırdı:

“Birinci Cihan Savaşı’ndan yenik çıkmışız, İstanbul işgal altında; kara günler, kan ağlıyoruz. İstanbul’dan haber bekliyoruz.

İstanbul’da Türk çocuklarının işgalcilere karşı kurdukları bir takım var.

Gelen haberler mutlu ediyor.

Fenerbahçe’nin kazandığı maçlar önceden destan olmuştur.

İngiliz komutan Malta’dan oyuncu asker getirmiştir ama nafile.”

Unutulmayan böyle maçlar vardır.

Evet, son maç gibi...

1. devre Galatasaray 3-0 galip, 2. devre kampa girdik.

Galatasaray kampından haberler iyidir:

Rahmetli Baba Gündüz gelen habere göre taktiği değiştirecek.

Fenerbahçe tarafında ise Molnar tedbir alıyor.

Sahaya çıkıyorlar.

* * *

Lefter takım kaptanı, Can Bartu’yu değiştiriyor.

“Can’a bağırdım, ‘geç sağ içe, ben takım kaptanıyım, istediğimi yaparım.’

Sevdiğimiz Galatasaraylı bir arkadaş vardı, güya o beni tutacakmış, gelsin bakalım.

Bir serbest vuruş oldu, herkes müthiş şut atacağım sandı.

Topu diktim, gerildim, herkes kaleye vuracak sandı.

Koştum Arnavut Niyazi’ye bir pas.

İkinci golü de ben attım, baktım tribünler ayakta.

Bu arada Puşkaş Ergun üçüncü golü attı, maç bitti.”

* * *

Şimdi bu günlerde Fenerbahçe’nin şu haline bakıp da feryat edenler neredeyse kulübün kapısına kilit vuracaklar.

Fenerbahçe - Pendik faciasını yaşamıştık.

Ne çıkar bundan?

Bu sene “Bursa”ya yenilmişiz ne çıkar bundan?

Hiç olmazsa Bursa’ya ileride söyleyecek sözümüz olur.

“Bu sene Bursa’ya yenilmişiz” diye!

O güzel şarkı ne diyor:

“Aldırma gönül, aldırma.”

Hayırlara doğru…