Kılıç ve Saban, bu iki Fatih’ten birincisi ikincisine daima mağlup oldu” Atatürk, 1923 - Adana

Milli mücadelemizde Büyük Taarruzun başladığı 26 Ağustos tarihi, Türk dünyasında bağımsızlık ve yurt anlayışının yerleşmesinde önemli bir dönemeçtir. Örneğin 26 Ağustos 1071 Malazgirt zaferiyle Anadolu kapıları açılırken; 26 Ağustos 1922 ile birlikte de Anadolu, tüm düşmanlarından arındırılmış ve Türkiye Cumhuriyetinin temelleri atılmıştır. Ancak unutulmamalı ki devletler için zaferler kadar ekonomik bağımsızlık ve geleceğin inşası da önemlidir. Çünkü insanoğlunun bugünü yaşananlarını; geleceği ise yaşanacaklarını gösterir. Toplum liderlerinin görevi, ülkelerini geleceğe hazırlamak ve onlar için yaşanılabilir bir dünya bırakmaktır. Dünyada bugün güçlü olan toplumların geçmişine baktığınızda birçoğunun sıkıntılarını görürken; bugün zayıf olanların ise geçmişinde ihtişamlı bir yaşam sürdüğüne şahit olursunuz. Sonuçta devletlerin ilkesi, sadece bugün için değil, gelecek içindir. Eğitimden sağlığa, hukuktan kültüre ve ekonomiye kadar uygulanan ve uygulanacak olan temel politikalar, ilgili toplumların gelecek değerlerini oluştururlar. Özellikle devletlerin finans ve ekonomi anlayışı, günümüz dünyasının yaşamsal bir dönüşüm aracı haline gelmiştir. Dolayısıyla sahip olduğumuz değerler kadar bunların sürdürülebilirliği, ekonomik özgürlük ve finansal gücümüzle de çok yakın ilişkilidir. Örneğin Mustafa Kemal Atatürk’ün 17 Şubat 1923 İzmir İktisat Kongresindeki, 

Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar ekonomik zaferlerle taçlandırılmamışlarsa, meydana gelen zaferler devamlı olamaz. Ekonomi demek, her şey demektir, yaşamak için, mutlu olmak için, insan varlığı için ne lazımsa onların hepsi demektir. Ziraat demektir, ticaret demektir, çalışma demektir, her şey demektir" sözleri, ekonomik bağımsızlığın önemine dikkat çekmiştir.      

Atatürk, uyguladığı politikalar nedeniyle zaman zaman “sosyalist ya da liberal” sistem anlayışlarına bağlı olarak eleştirilmiştir. Ancak hiç bir zaman umutsuzluğa düşmemiş ve inandığı yolda yürümeye devam etmiştir. Çünkü askeri başarıların ekonomik başarılarla desteklenmediği toplumlarda, gerilemenin olabileceğini öngörmüştür. 

Ekonomik özgürlüğün temelinde ise, insanların emeklerini ve mülkiyetlerini kontrol etme anlayışı vardır. Ekonomik özgürlük, yatırım kararlarından çalışma alanlarına kadar özgürce harekete imkân verir. Ekonomisi özgür olan toplumlarda hükümetler, emeğin, sermayenin ve malların dolaşımına mümkün olduğunca sınırlar getirmeden izin verirler. Ancak bu anlayış, zamanla gelişmiş ülkelerin çıkarına oluşan bir sürece dönüşmüştür. Çünkü onlar, küresel ekonomik güçle toplumlar üzerinde etkili olan unsurları yöneterek üretmeye başlamışlardır. Bunun sonucunda da gelişmekte olan ülkeler, yabancı hayranlığının da etkisiyle ne ulusal ne de uluslararası hedeflerine ulaşamazken; küresel sistemin tüketim toplumunda kendilerine yer bulmuşlardır. Toplumların hedeflerinden birisi olan refah, liyakatli bir sistemle desteklenmediğinde ekonomik özgürlük ilgili toplumların aleyhine bir gelişim gösterecektir. Ülkeler için toplum olma ve refah “entelektüel bir nüfus” oluşturabilme anlayışıyla yürütülür. Bu anlayışın temeli insana olan yatırımdır. Aksi takdirde toplumsal yozlaşma ve çürüme, bizleri refah içinde yaşayan ama milli ve manevi değerlerini yitiren bir nüfus yapısıyla karşı karşıya bırakır. Zaman ve mekân da ekonomik özgürlüklerden etkilenebilmektedir. Örneğin 1. ve 2. Dünya savaşları, insanların tercihlerinin dışında bazı gelişmelere neden olmuş ve ülke sınırlarının değişimine kadar giden süreçler yaşanmıştır. Ancak 2. Dünya savaşı sonrası oluşturulan yenidünya sistemi ya da düzeni, ulus devlet anlayışına yeni bir boyut kazandırmıştır. Ekonominin babası olarak bilinen Adam Smith’in 18 yüzyılda “bireylerin kendi ekonomik çıkarlarını sürdürme özgürlüğünü koruyan temel kurumlar, daha geniş toplum için daha fazla refah sağlar” olarak açıkladığı ekonomi anlayışı, belki de bugünün küresel ekonomik düzenin habercisiydi. Ancak bu anlayışı görebilmek ve ona göre ekonomik yapıyı oluşturabilmek, okuyan ve bilim insanlarına önem veren toplumların kullanabilecekleri bir unsurdu. Özellikle yeni küresel ekonomik sistem, bu anlayışın bir çıktısı olan sermaye tabanı ve çok uluslu şirketlerin gelişimini desteklerken, doğal olarak güçlü para birimleri ön plana çıkmıştır. Gelişmekte olan ülkelerin birçoğu ekonomi yönetiminde, sıkıntılar, darboğazlar ve ulusal para birimlerinin değer kayıplarıyla mücadele etmişlerdir. Ülkelerin ekonomik refaha ulaşma hevesi, kimi toplumları borç sarmalına sürüklerken, hak edilmeyen bir refahı yaşama ve çarpık gelir düzeyiyle karşı karşıya kalmışlardır. Aslında bu durum toplumsal bozulmaların da temelini oluşturmuştur. Teknoloji ve inovasyon gibi kavramlar, yenidünya düzeninin anahtar kavramlarıdır. Bir de bu kavramlara Kovid-19 süreciyle birlikte, ülkelerin kendi kendine yeterliliğinin önemi katılırken, üretmenin ne kadar önemli olduğu umarım ki bir kez daha anlaşılabilmiştir. Bilhassa sosyal medya, gençler için yeni bir oyun alanı haline gelmiştir. Artık bilgi, 510.100.000 km dünya yüzölçümünde saniyeler içerisinde kendisine yer bulmakta ve insanlar arasında hızla paylaşılabilmektedir. Dolayısıyla günümüzde zaferler boyut değiştirmiş: sözler yerini çalışmaya; sloganlar yerini bilgiye; nasihatler yerini uygulamaya ve de mücadeleler yerini üretmeye bırakmıştır. Sonuç olarak gelecekte nerede olmak ve hangi yolu seçmek istiyorsak, bunun her şeyden önce kendi tercihlerimize bağlı olduğunu unutmamalıyız.