“İçimden kuşlar göçüyor” dedi kadın aynaya bakarken. “Tutamıyorum da artık onları. Nereye gidiyorlar, neden gidiyorlar. Tekrar dönerler mi bilmiyorum.”  Sonra derin bir nefes aldı ve saçlarını taradı, öylece salıverdi.

                Yine sıradan bir gündü onun için. Sıkı sıkı giyindi sokağa çıktı. Soğuk bir kış günüydü. Güneş var ama o farkında değildi, ısıtmıyordu çünkü. Yürümeye başladı aheste adımlarla. Ne metroya, ne belediye otobüsüne binmek istemedi. Her zaman geçtiği bildik yerlerden yürüyordu. Bugün içi bir başkaydı. Bazen olurdu böyle ama bu aralar sık sık dalıp gidiyordu. Biraz hüzünlü, biraz terk edilmiş gibi. “O gidiyor işte, gidiyor yine uzaklara dönmemecesine” dedi içinden. Onu görebileceği sokaktan defalarca geçerken belki karşılaşır mıyız ya da o beni görür gelir ayaküstü konuşur muyuz diye düşündü hevesle. Ama boşunaydı bu çırpınışlar. O ayılıp bayıldığı, uğruna her şeyi yakıp yıktığı adam “bitti, bitti işte” demişti. Peki; bitti mi, bitti diyince bitiyor mu? Kirpiklerinde kalan son gözyaşları süzülürken yolunu uzattı. Bir süre vitrinlere baktı oyalandı. Sonra ara sokağa saptı. Bu sokakları seviyordu. Ne zaman kendini yalnız ve kötü hissetse buralara uğrar, dolaşır kaybolurdu bu sokaklarda. Zamansızdı buralar. Ne dün, ne bugündeydi. Daracık bu sokaklarda eski küçük ahşap evler birbirlerine yaslanmıştı. Bir kedi gördü evlerden birinin pencere pervazında. Seslendi, konuştu onunla. “Ne işin var orada? İnemiyorsun değil mi? Nasıl çıktın oraya yaramaz?”  Yüksekteydi, uzanıp inmesine yardım edemeyecekti. Kedicik miyavladı, arkasını döndü. O halinden memnun görünüyordu. Çünkü güneş vurmuştu pencereye, sıcacıktı.

                Yoluna devam etti kadın, başka bir sokağa saptı. Daha genişti bu sokak ve iki tarafında apartmanlar, sokaktan da tek tük geçenler vardı. O da ne, işte orada! Burası büyük bir ihtimalle apartman görevlisinin oturduğu daireydi. Penceresi yol hizasında, geçenlerin ancak ayakları görülebilirdi. Minicik bir kız çocuğu sokağı seyrediyordu. İşte tam geçerken gördü onu, geriye döndü, bir süre seyretti ve ona el salladı. Minik sevimli kızda gördü oda ona el salladı. Sadece başı görünüyordu çocuğun. Kısa siyah saçları, elma yanakları, düğme gibi koyu renk gözleriyle çok sevimliydi. Kadın muzipçe öpücük gönderdi. Çocukta sevinçle karşılık verdi. Kadının içi sıcacık olmuştu, yüzünde tebessümle oradan ayrıldı. Bir çocuğu olmasını ne çok istemişti bir zamanlar.

                Yol ayrımında durdu karşıya geçmek için. Kırmızı ışıkta beklerken, süs bitkilerinin altında ekmek kırıntılarını yerken cıvıldaşan serçeleri seyretti bir süre. Keşke evden yanıma yem alsaydım, buraya bırakırdım diye düşündü; hayıflandı.

                Karşı kaldırımda yeni yapılmış, yüksek apartmanın önünde kalan iki çam ağacı dikkatini çekti. Onlar şanslıydı kesilmekten kurtulmuşlardı. Bu apartmanın yerinde bahçesi orman gibi ağaçlarla dolu iki katlı sevimli sarı boyalı bir ev vardı. Şimdi sadece bu iki çam ağacı kalmıştı ve kocaman ruhsuz bir bina dikilmişti yerine. Çam ağaçlarına sarılmayı ve onları okşamayı çok istedi. Ama çekindi, yoldan geçenler garip alaycı gözlerle bakarlardı.

                Yoluna devam ederken birden kalabalıkların içinde buldu kendini.  Cuma namazından dağılanların bazıları camii önündeki satıcılardan alışveriş yapıyorlardı. Gitti, çok gerilere gitti onlara bakarken. Çocukluğunda ki bayram sabahlarını hatırladı. Dedesi ve babasının bayram namazı dönüşünde aldıkları simitlerle tüm aile kahvaltı yaparlardı. Küçük bir kasabada doğmuş, büyümüştü herkesin birbirini tanıdığı. Ama şimdi bu büyük şehir onu yutmuştu sanki okyanusta bir damla gibi. Çok olmuştu kasabadan ayrılalı. Elinde değildi farklıydı, değişmişti, yapamadı ana baba ocağında. Yine engel olamadı gözyaşlarına; nasıl ve ne çabuk geçmişti yıllar şimdi hiçbiri kalmamıştı. Usulce silmeye çalıştı gözyaşlarını.

                Bu kez zil çaldı tam okul önünden geçerken. Son teneffüs ziliydi. Çocuklar bahçeyi doldurdular koşuşturarak. Hem çocuk oldu hem yetişkin bu neşeli çocuk sesleriyle. Yaşım mı; rakamlar çok genç olduğunu söylüyordu ama ne önemi vardı rakamların, hangi şehirde olduğunun ya da kim olduğunun, cinsiyetinin. Yaşıyordu işte bir şekilde herkes gibi.

                Yürüyüşü tamamlayarak eve doğru yöneldi. Merdivenleri ağır ağır çıkarken akşam olmak üzereydi. İştahla mutfağa girdi hemen, yemeğini yedi bir çırpıda. Zaten çokta bir şey yoktu yiyecek. Cepte para mı kalmıştı. Artık elindeki avucundaki tüm birikimlerini de tüketmek üzereydi. Kira ve yakıtı halletsem gerisi kolay, idare ederim dedi.

                Sonra çayını içerken düşündü bugün yaşadıklarını. “Uzun bir yazdan sonra geride kalan plajlar kadar dağınık kalbim.” Her yol bir başlangıçtır. Yolun sonuna gelmeden başka bir yoldan başlamak zor. “Gerçek bu kadar mı yorarmış insanı, bilir miydik sonların bu kadar acıttığını kalbi. Bunu yeni öğrendim. Şimdi saramadığım yaralarım var artık. Koşmak isterdim birine. Bir bekleyişi var gözlerimin, sürekli camlarda sokaklarda” diye aynalarla konuştu. Sustu, sustu, sustu; suskunluğuyla konuştu. Duvarlara baktı boş gözlerle, pencereden dışarıya baktı. Işıkları yanan evleri gördü. “Nasılda mutlulardır kim bilir o evlerde ki kalabalık aileler?” diye söylendi. Dışarıda uzakta bir köpek havlaması yırttı gecenin karanlığını ve sessizliğini.

                Uzun süredir televizyon izlemeyi de bıraktığını fark etti. Artık televizyonda gördükleri ve duydukları onu mutlu etmiyordu. Arada gazete alıyordu yine. Çocukluğunda babası her gün iki gazete alırdı. Alışmıştı, severdi gazete sayfalarını dokunarak çevirmeyi.

                “Bugünlük bu kadar yoruldum” dedi kadın. Saat bir hayli geç oldu yarın uzun bir gün olacak. Aylardır beklediğim iş görüşmelerine gideceğim dün aramışlardı “gelin görüşelim” diye bakalım nasıl sonuçlanacak diye düşündü.

                İşte bir gün daha öyle bitmişti. Sessiz, suskun,yalnız;  geceye bıraktı kadın kendini. Başucundaki ışığı söndürdü. Yarın yeni bir gün diye sevindi. “Dilerim yeni heyecanlarla gelir, güzel bir sabaha uyanırım. Bu kez her şey daha farklı olacak” diye sayıklayarak daldı uykuya. Farklı olmasını umduğu, beklediği neyse…