“Ben hiçbir şeye itiraz etmedim.” 

“Bu hayatta hiçbir şeyi protesto etmedim ben. Televizyondan seyrettim hep. Punk dinledim o kadar.”

En son ne zaman mutluydum?

Ben nasıl böyle oldum? 

Ne yapacağım? 

Ben kimim? 

“Uysallar”, Onur Saylak'ın yönettiği, Hakan Günday'ın senaryosunu yazdığı 8 bölümlük dizi. 

Uysal, “başkalarına kolayca uyabilen, sözlerini dinleyip karşı gelmeyen, yumuşak başlı” demek. Dizide itiraz etmeyen Oktay Uysal’ın, soyadında olduğu gibi. 

Dizi, bir göl sahnesi ile başlıyor. Ormanın içinde bir göl, doğa, sonsuzluk, sadelik. Uzağız, uzaktayız; modern yaşam, kent, beton ve yeni trend rezidans hayatı ile doğadan, doğal olandan kopuğuz. Ve dizinin son sahnesinde bir ormanda uyanıyoruz. Senaryo bizi doğal olana, kaybettiğimiz, uzaklaştığımız, koptuğumuz yere, zamana ve insana götürüyor. 

İstanbul’da yoğun bir sis var. Bu yüzden uçuşlar iptal edilir. Dizi boyunca da sis mi, hava kirliliği mi tartışması yaşanıyor. Sis de olsa, hava kirliliği de olsa üstü kapanan, kapatılan, maskelenen yaşamlarımız imgeleniyor. Oktay uçuş iptal edilince evine geri döner. Karısına bıraktığı mektubu alır ve bir kitabın arasına koyar. Kitap, Tolstoy’un “Aile Mutluluğu”dur. Senaryoda bu tür atıflar ile ironik bir dili yakalamak, buradan hareketle bağlar kurarak bir anlatım yaratmak ve eleştirileri ortaya koymak dizinin en güçlü yanı diyebilirim. Sabah işe giderken kitabı alır fakat yanlış kitaptır. Sofokles’in “Kral Oidipus” kitabıdır. Yine ironik bir bağ yakalanır, Oidipus kompleksine atıfta bulunulur.  Çünkü Oktay’ın babasının gölgesinde bir kimlik olduğunu görürüz. Babası hep kızar. “Çocukken de böyleydin. Hiç benim gibi değildin. Dağınıktın. Aklın hep başka yerdeydi. Sen niye benim gibi değilsin?”   

Oktay sürekli olarak telefonunda patlatılan, yıkılan binaların görüntülerini izler. Bu kendi yaşamının, gerçekliliğinin bir yıkımıdır.

Sabah uyandığında eşinin yüzünde maske vardır, estetik yaptırmıştır. Nil, hayatında ilk defa kendisi için bir şey yapmıştır ve bu estetik operasyonudur. Burada da ironik anlatım var. Yaşamlarımızı ideal standartlar ve buna uygun formlar belirliyor. Biz de bunların içinde kaybolup gidiyoruz. Kendisi için isteyerek yaptığını söylediği şey, aslında ona sunulan yaşam biçiminin bir formudur. Sanki kendisi istiyormuş gibi algılıyor. Hatta kızı ona, anne ismini de değiştirecek misin? diye soruyor. 

Oktay, Ankara’ya babasının yanına geldiğinde eski arkadaşı Fevzi ile karşılaşır. Oktay, Fevzi’ye açılır. “Evdeki kabloların hiçbiri ortada değil. Hiçbiri görünmüyor. Hepsi de gayet düzgün, gizlenmiş bir halde duruyor. O açıdan bir sorun yok. Ev iyi.” Aslında değildir. Her şey kablolar gibi saklanmıştır, üstü örtülmüştür, maskelenmiştir, gerçek değildir. Oktay da, Nil de gerçek değildir. Rezidansta, teknolojik olarak donatılmış bir hücrede yaşarlar. Rezidans, modern hayatın bir cezaevi hücresidir ki mimar Oktay’ın yeni projesi bir cezaevi tasarlamaktır. Berhudar Bey ile cezaevi maketi önünde konuşurlar. Berhudar Bey, “burası eşsiz bir cezaevi olacak, buradan çıkan yeniden doğmuş gibi olacak, Avrupa’nın en büyüğü olacak, seninle muhteşem bir cezaevi yapalım” diyor. Senaryonun ustalığının en belirgin özelliği burada ortaya çıkıyor. “Cezaevi, muhteşem bir cezaevi olacak.” Dizininin ilerleyen bölümlerinde örnek daire satışı, örnek hücreye çevrilir. Örnek bir hücre yapılarak cezaevi tanıtılmaya çalışılır. Kentteki hayat da bir nevi hücredir. Kapana sıkışmış, kontrol altındaki hücrede robot misali gidip gelen kalabalık. Rezidans bir hücreden farksızdır. “The Truman Show” filmindeki gibi.    

Dizide tüketim kültürünün, tüketim toplumunun yoğun bir eleştirisi vardır. Oktay, Fevzi’ye şunları söylüyor. “Hani derler ya, bunu alan bunu da aldı diye. Meğer bütün hayatım böyleymiş benim. Maaş alan kredi de alır, kredi alan araba da alır, ev alan bilmem ne de alır. En son artık mezar yeri bakıyordum.” Almak üzere kurulmuş hayatlarımız. Ve sahip olduklarımızın bize sahip olması, onların kölesi haline gelişimiz. Neye koştuğunu bilmeyen, hep yorgun, hayata dokunamayan insanlar. Kimin için yaşıyoruz, başkaları için, araçlar için, sahip olmak için.

Ve Oktay şunları söyler. “Bu hayatta hiçbir şeyi protesto etmedim ben. Televizyondan seyrettim hep. Punk dinledim o kadar.” Çünkü Uysal’dır. Dizinin adının Oktay’ın soy adı oluşu, onun itirazsız her şeyi kabullenişidir. 

1. Bölümün sonunda punk kıyafetlerini giyer ve sokağa çıkar. Fakat polis kıyafetini sorduğunda yalan söyler. Çocuğunun bir oyunu olduğunu, velilerin böyle giyindiğini ifade eder. 

Oktay her sabah mimar, gece punkçı olur. Ama kendisi olamaz. Hep korkar yaşamaktan, kendi olmaktan… Her tarafı kuşatılmış, kuşatılmış yaşamlarımız… 

Dizi bu farkındalığı ortaya çıkarıyor.  

Çözüm var mıdır, nedir bilmiyorum. Herkes kendi yaşamını yaşıyor. Bir çemberin içindeyiz, kuşatılmışız. Çok zor dışarı çıkmak, kendi olabilmek, itiraz edebilmek. Denemek, yapmak gerek. Sözler değil, eylemek gerek kendimiz, yaşamımız için. Bir an da olsa kendimize bakabilmek, delilik yapabilmek, çıldırabilmek, yüzünü yaşama dönebilmek için…