Bu isim, “Dövüş Kulübü” filminden. Yaşamımızda her şeyin tek porsiyona dönüşmesi, tek kullanımlık olması üzerine. Hızlanan ve hızlandıkça kendini yok etmeye yeltenen bize dair…

“Bir saat geç. Bir saat erken… Bu senin hayatın ve her geçen dakika biraz daha sona yaklaşıyorsun. Seyahat ettiğim her yerde, hayat küçük. Tek kullanımlık şeker, tek kullanımlık krema, tek kullanımlık tereyağı, tek kullanımlık gargara. İnce sabun kalıpları. Her uçuşta tanıştığım kişiler, tek kullanımlık arkadaşlar.“ Her şey tek porsiyon, tek kullanımlık, kullan at yaşamı. 

Başka bir film, Koyanisquatsi belgeseli.  “Koyaanisquatsi” kelimesi Meksika’da yaşayan “Hopi” kabilelerinin dilinden çevrilmiş. Çıldırmış ve gürültülü dünya, yaşam; parçalanma, dağılma, karışıklık, kaos anlamlarını taşıyor. Belgesel doğadan modern şehir hayatına hızlanan ve hızlandıkça parçalanan, dağılan insanın hikayesini anlatıyor. Yönetmen Godfery Reggio’ya göre artık her şey teknolojiyle ve onun sayesinde var olabilir. Gündelik hayat adeta bir hız ve teknoloji savaşına dönüşmüştür. Bu hız ve savaş, Philip Glass’ın tekrara dayalı ve rahatsız edici minimal müziği ile gösterilir. Hıza ve tüketime bağımlı bir dünyanın tam ortasındayız. 

Tarkovski’nin “Kurban” filminde baba, oğluna şunları söyler: İnsan durmadan doğaya karşı güç kullandı. Sonuç; güce, şiddete, korkuya, bağımlılığa dayanan bir uygarlıktan başka bir şey değil. Teknik ilerleme dediğimiz şeyin bize gösterdiği tek şey konfor oldu; bir tür hayat standardı. Bir de gücü korumak için geliştirilen şiddet araçları. Vahşiler gibiyiz, mikroskobu cop gibi kullanıyoruz. Hayır, yanlış! Vahşiler maneviyata daha fazla önem veriyorlar. Hayat standardına gelince, bir zamanlar bilge bir kişi “gerekli olmayan şey günahtır” demişti. Eğer bu doğruysa uygarlığımız baştan aşağı günah üzerine kurulmuştur. Korkunç bir uyumsuzluk edindik. 

Tarkovski, “Mühürlenmiş Zaman” kitabında şunu söylüyor: İnsan kendi ruhu kavramına geri dönmeli, bu ruhu yüzünden acı çekmeyi, eylemini vicdanıyla bağdaştırmayı yeniden keşfetmelidir.” 

Kendi ruhunu, kendisini, doğal olanı bulmalı insan. Bunun için durmalı, bakmalı hem evrene, hem kendi iç evrenine, içine… 

Baudrillard, “Kötülüğün Şeffaflığı”nda: Hız Eşsizdir; Usandırıcı Olan Tek Şey Zamandır. 

Zygmunt Bauman, “Yaşam Sanatı”nda, Laura Potter’dan bir alıntı yapar: “Beklemenin kirli bir kelime haline geldiği çağda yaşıyoruz. Giderek herhangi bir şey için bekleme zorunluluğunu yitirdik ve yeni, favori sıfatımız ‘hemen’ oldu. Artık bir tencere pirinci kaynatmak için on iki dakika bile ayıramıyoruz, bu yüzden zaman kazandırıcı, iki dakikada pişiren mikrodalga modeli yaratıldı. Kimsenin beklemeye vakti yok… 

Pascal, bütün mutsuzluklar için esas suçlanması gereken şeyin, sakince oturmak yerine, hastalıklı bir koşuşturma hevesi olduğunu söyler. Mutsuzluğun tek nedeni, insanın odasında sessizce nasıl oturacağını bilememesidir.

Yaşadığımız zaman, hengame zamanı. Oradan oraya koşturma, koşuşturma zamanı. Hızın, hızlı olmanın, durmak istememenin zamanı. Beklemeye tahammülü olmayan insanın zamanı. 

Biraz durmak, duraklamak, beklemek. Her şeyin bir zamanı var oysa. Dem alması gerek ruhunun, demlenmesi zamanda… Zamanın mühürlenmesi. Hızla akıp gitmemeli, tükenmemeli zaman bu kadar çabuk. Derine inmeli, orda beklemeli insan, insanı. Bir kalbur ile güneşini taşımalı yüreğine sabırla…  

Bir yüzde kaybolmayı, bir canda var olmayı beklemeli…