Bir önceki yazımda 20.yüzyılın başlarında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinde, devletin oluşturmaya çalıştığı kültür-sanat politikalarını ele almış, sanatın kurumsallaştırılma aşamalarına değinmiştim. Günümüzde sanatçılar kendi tarzlarıyla eseler üretmekte, kişisel ve birlikte çalışmalar ortaya koymakta, tarzları beğenilen sanatçılar; galeriler,vakıflar, koleksiyonerler ve kurumlar tarafından desteklenmektedir. Gelinen bu aşama, yüzyıllara dayanan uzun ve zahmetli bir süreçtir. Tam da bu noktada sanat, sanatçı ve üslup, tarz kavramlarının 19.yüzyılla beraber 20.yüzyıl başlarına kadar nasıl ele alındığına dair küçük bir pencere açmak yerinde olur.   

Rönesans’a kadar sanat ve sanatçı kavramları, bizim şimdi anladığımız şekilde değildi. Sanat üretimine zanaat olarak, sanat eserleri üreten ressamlara teknik becerileri yüksek insanlar gözüyle bakılmaktaydı. Rönesans’la birlikte, zanaatçı olarak görülen ressamlar ve heykeltıraşlar sanatçı olarak kabul edilmeye başlandı. Hala siparişle, kilise ve ileri gelenlerin istedikleri konularda eserler üretiyor olsalar da sanatçılar “nasıl” yapacaklarını kendileri belirlemekteydiler. Rönesans’la ortaya çıkan, “nasıl” sorusunun belirlediği üslup konusu 19.yüzyılın sonları ve 20.yüzyılın başlarında önem kazandı. 19.yüzyılın sonları ve 20.yüzyılın başlarında değişen dünya, değişen coğrafi sınırlar, sanatta aidiyet, kimlik konularının işlendiği, arayışın vurgulandığı bir dönem oldu. Bu dönemde, aynı anda ve arka arkaya çıkan sanat akımları ile dünyadaki değişimlerin sorgulandığı, parçalanan “biz”in yerine “ben”in önem kazanmaya başladığı, artık sanatçıların eserlerinde, genel beğeniyi ön plana alan çalışmalar değil, kendi üslupları ile yaptıkları çalışmalar görülmektedir. Günümüzde sanat eserinin değerini belirleyen en önemli konu üsluptur, sanatçılar üslupları, tarzları üzerinden seslerini duyurmakta, sergiler açmakta, koleksiyonlara eserleri dahil edilmektedir.

21.yüzyılın sanat dünyasında galerilerin, vakıfların, üniversitelerin ve kurumların sanat ve sanatçı desteklerini ele almak için tarihsel gelişime bakmak gerekmektedir. Bu noktada yeni kurulan Cumhuriyet dönemine dönmek, dönemin sanat ve sanatçı destekleri bakımından galericiliğe kısaca değinmek yerinde olur. 20.yüzyılın ilk yarısında kurulan Cumhuriyet Türkiye’sinde sanat devletçe desteklenmiş, dönemin sanat eserlerinde cumhuriyetten sonra gerçekleştirilen devrimler işlenmiştir. Bu durum dönemin sanat piyasasını şekillendirmesi açısından engel oluşturmaktaydı. O dönemin ilk galerisi 1939’da açılan Daimi Resim Heykel Satış Galerisi olmuştur. Galerinin alıcıları bellidir, üst düzey bürokratlar ve bakanlık çalışanları. Dönemin sanat ortamında ismi bilinen, o dönemin ileri gelen ailelerinden olan Cimcoz Ailesi’nin, öğrencilik yıllarından beri koleksiyon oluşturma gayreti içinde olan İhsan Devrim’in ve sanatçılarla birlikte vakit geçiren sanat yazarı İhsan Adil’in koleksiyonları dönem göz önüne alındığında ayrı tutulmalıdır.

1939 yılında Taksim’de açılıp kısa bir süre sonra kapanan Daimi Resim Heykel Satış Galerisi’nden sonra İsmail Hakkı Oygar 1945 yılında atölyesini galeriye dönüştürmüştür. Bu mekan sanatçıların ihtiyaçlarına çözüm getirmek için açılmış, dönemin aktif gruplarından D Grubu, Yeniler Grubu sanatçılarıyla bu galeride sergiler düzenlemiştir. Kısa sanat hayatına rağmen İsmail Hakkı Oygar’ın Galerisi dönemin Türkiye’sinde temel bir rol üstlenmiştir. İsmail Hakkı Oygar’ın atölye      -galerisinden sonra 1950 yılında Adalet Cimcoz Beyoğlu’nda Maya Sanat Galerisi’ni açmıştır. İlk olarak 1951 yılında sergilerin açıldığı galeri, Akademi hocalarına yer vermekle birlikte, Kuzgun Acar, Ömer Uluç, Yüksel Arslan gibi genç kuşak sanatçılara da yer vermiş, dönemin sınırları çizilmiş sanat çevresine alternatif bir ortam oluşturmuştur.

Henüz bir sanat piyasası oluşmadığı için,1954 yılında her sanatçının bir yapıt bağışladığı “Kurtarıcı Sergi” düzenlenmesine rağmen galeri 1955 yılında kapanmıştır. Maya Galerisi’nin açık olduğu dönemde 1952’de İstanbul Beşiktaş’ta Fethi Karakaş tarafından açılan Küçük Galeri ve 1956’da İrfan Ertem tarafından açılan Ertem Sanat Galerisi’ne 1954’te açılan, yöneticiliğini önce Zerrin Bölükbaşı’nın 1962 sonrasında ise uzun bir süre Ruzin Gerçi’nin yaptığı devlet destekli Beyoğlu Şehir Galerisi eklenir. Görüldüğü gibi bu dönemde sayıları az da olsa galeriler açılmakta fakat kısa süre sonra kapanmaktadırlar. Bu galerilerin kısa süreli olmaları dönemin siyasi ve ekonomik yapısından kaynaklanmaktadır. Dönem; 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin galip geldiği, Adnan Menderes’in başbakan olduğu dönemdir. Demokrat Parti ekonomik alanda özel girişimleri teşvik etmiş, bu teşvik dolayısıyla yaratılan yapay gündem ekonomik refaha ulaşıldığı sonucunu doğurmuş ve parti 1950 seçimlerinde iktidar olmuştur. Ancak yaratılan bu yapay refah ekonomisi bir anda çökmeye başlar ve 1958 yılında develüasyon gerçekleşir. Bu kriz dönemi yeni oluşmaya başlamış sanat piyasasının gelişimine engel olmuştur.

Haftaya, 1960 sonrası ve günümüz sanat, sanatçı destekleri konusuna kaldığım yerden devam etmek üzere, sağlık haberleri alacağımız bir hafta diliyorum.

Sanatla kalın