Yıllardır gezi listemde olan fakat hep ertelediğim bir ülke oldu İran. Pandemi sürecinde ilk yurt dışı seyahatimi yaptığım Romanya’dan sonra rotayı İran’a çevirmeye karar verdim. Bu kararı vermemde en büyük faktör İlber Ortaylı’nın “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” adlı kitabı oldu. Hocamız kitapta tüm dünyada en sevdiği şehir olarak İsfahan’dan bahsederek  “Bizim buralardan daha çok insan oralara ziyarete giderse memnun olurum.” diyor. Kitabı okuduktan sonra kısa bir araştırma yaptım. İran’a giden gezginlerin olumlu deneyimlerini de gördükten sonra yeni rotam kesinleşmişti artık. Özellikle Fars kültürünün belirgin olduğu güneydeki şehirleri içeren 2 haftalık bir gezi rotası oluşturdum. Bazı kişilerin “Ne işin var orada!”, “O kadar süre ne yapacaksın!”, “Aman dikkatli ol! Sakat yer.” demelerine aldırış etmeden İstanbul-Tahran uçak biletimi alarak yola koyuldum. İyi ki gitmişim. Şu ana kadarki gezilerimin içerisinde en çok zevk aldığım seyahatlerimden biri oldu.

MÖ 4000’lere uzanan tarihiyle en eski medeniyetlerden biri olan İran, Ortadoğu’nun 2. , Dünya’nın ise 18. en geniş yüzölçümüne sahip ülkesi. Ülkenin %90’ını Şii Müslümanlar, %8’ini Sünni Müslümanlar, kalan %2’yi ise diğer dinlere mensup insanlar oluşturuyor. Bu arada ateş, su, toprak ve havanın kutsal sayıldığı; Dünya’nın en eski tek Tanrılı inancı olan Zerdüştlük İran’da doğdu. Hâlâ ülkede inananları var. Hindistan ve Amerika’dan sonra dünyadaki en büyük Zerdüşt nüfusu İran’da.  Öyle ki Amerika’daki nüfusun önemli bir kısmını da İslam Devrimi’nden sonra İran’dan göç edenler oluşturuyor.

Ortadoğu’nun en büyük araba üreticisi olan İran,1970’li yılların başından kendi arabalarını üretiyor. Otomotiv sektörü, petrol ve doğal gaz endüstrisinden sonra ülkenin en büyük ikinci endüstrisi. 

İran aynı zamanda en çok burun estetiği yapılan ülke. Çoğu kadın için bu aynı zamanda bir zenginlik ve sosyal statü göstergesi. Hatta, burun estetiği o kadar revaçta ki, pek çok hasta tamamen iyileştikten sonra bile operasyon geçirdiklerini göstermek için bandajlarını takmaya devam ediyor.

Çoğu kişi İran’da resmi dilin Arapça olduğunu zannediyor. Oysaki Farsça konuşuluyor. Hatta Farsça’dan dilimize geçmiş 2000’e yakın kelime var. Bunlardan bazıları şunlar: armut, badem, şeker, arzu, ciğer, borç, ezber, satranç, feryat, sade, lale, yasemin…

Otantik Şehir Kaşan

İran seyahatimin ilk durağı Kaşan şehri oldu.Tahran'dan 3 saatlik otobüs yolculuğu sonrası buraya geldim.

Kaşan’ın 4 kilometre batısındaki Sialk Höyüğü’nden çıkan kalıntılar, bu bölgenin tarihinin prehistorik çağlara kadar uzandığını gösteriyor. Şehrin biraz dışında bulunan 7.000 yıllık Sialk Ziguratı’ndan anlaşıldığı üzere bir şehir olarak Kaşan’ın kuruluşu ise Elam Uygarlığı dönemine denk geliyor.

Selçuklular döneminde (1051-1220) Kaşan, tekstilde, çanak çömlek yapımında ve çinicilikte ünlü hale gelmiş. Aynı zamanda burası Safevi Hanedanlığı’nın yazlık bölgesiymiş.

Bozorg Cami ve Tarihi Borujerdi Evi

Kaşan'daki ilk ziyaretim Bozorg Ağa (Agha Bozorg) Camisine oldu. Bozorg Farsçada harika, muhteşem, büyük anlamlarına geliyor. İran’ın ünlü mimarlarından Haj Sa’ban-Ali tarafından 18. yüzyılın sonlarına doğru inşa edilen cami aynı zamanda bir medrese görevi de görüyor.

Camiden sonra tarihi bir ev olan Borujerdi Evi’ne uğradım. Söylentiye göre Borujerdi, kendi gibi bir halı tüccarı olan Tabatabei’nin kızıyla evlenmek istemiş. Tabatabei bu evlilik için tek bir şart koşmuş. Kızının en az kendisininki kadar güzel bir evde yaşamasıymış. Borujerdi tarafından yaptırılan ev tam 18 yılda tamamlanmış.

Bu arada Kaşan’ın dar sokaklarına girdiğinizde evlerin kapılarında biri yuvarlak diğeri uzun olmak üzere farklı sesler çıkaran ikişer kapı tokmağı olduğunu fark ediyorsunuz. Bu, kapıyı çalanın kadın mı erkek mi olduğunun ev sahibi tarafından anlaşılması içinmiş. Eğer kapıya uzun tokmakla vurulmuşsa gelenin kadın, yuvarlak tokmakla vurulmuşsa erkek olduğu anlaşılıyormuş. Aynı uygulama Osmanlı evlerinde de var.

Maranjab Tuz Gölü ve Çölü

Kaşan’daki gezimin bir gününü, merkeze 1 saat uzaklıktaki Maranjab Tuz Gölü ve Çölüne ayırdım. Kaldığım konaktan10 Euro karşılığında günlük tur satın aldım.

Önce Tuz Gölüne uğradıktan sonra çöle geçtik. Hava hafif rüzgârlıydı ve çok sıcak değildi. Ormanın ve denizin yerini tutmasa da farklı bir deneyim oldu. Gün batımını izledikten sonra şehre geri döndük.       

Yeşillikler İçerisinde Tarihi Bir Köy: Abyaneh

Kaşan'daki son günümü ise şehre 70 km uzaklıktaki Abyaneh köyüne ayırdım. Köy, UNESCO Dünya Mirası Listesi‘nde yer alıyor.

Abyaneh, yaklaşık 2500 yıllık bir köy. Köyde 300 kişi yaşıyor ve çoğu yaşlı. Köyde yaşayanlar hâlâ o geleneksel hayatlarını devam ettiriyorlar. Kıyafetleri, dili ve mimarisi ile dünyanın en özgün köylerinden birisi.

Abyaneh köyündeki kadınların başörtüleri çiçekli ve kıyafetleri renkli. Anlamı ise "her zaman bahar" demekmiş. Kırmızı evleri ve kendilerine has elbiseleriyle İran’ın çok farklı bir bölgesi. İran'da Kaşan tarafına gelirseniz bu köyü görmeden kesinlikle dönmeyin.

       

Dünyanın Yarısı: İsfahan

Kaşan'dan 3 saatlik otobüs yolculuğu sonrası İsfahan'a geldim. Burası ülkenin üçüncü büyük şehri. Coğrafi, mimari ve dini açıdan her dönem önemini koruyan şehir, halkı tarafından “İsfahan Nısf-ı Cihan” yani “Dünyanın yarısı” olarak anılıyormuş.

Şehir, Asya’dan Mezopotamya, Anadolu ve Avrupa’ya giden bir coğrafyada yer alması nedeni ile tarih boyunca önemini hep korumuş. Bu nedenle İran’da kurulan birçok medeniyet ve devletin ya başkenti ya da önemli şehirlerinden biri olmuş. 

Şehir, Selçuklular döneminde başkentlik yapmış, Safeviler’in başkenti olduğu dönemde ise dünyanın en büyük şehirlerinden biri olmuş ve en güçlü zamanlarını yaşamış. Safevi Devleti’nin en büyük hükümdarlarından Şah Abbas döneminde ise altın çağını yaşamış. Bu dönemde hattatlık, ressamlık, musiki, görsel sanatlar, el sanatları, mimari , edebiyat ve felsefede göz kamaştırıcı ilerlemeler kaydedilmiş.

İsfahan bugün, el dokuması halıları, çini işleri, camileri, sarayları, köprüleri, meydanları ve çarşıları ile İran’ın en popüler şehirlerinden biri. Benim de İran gezimde en beğendiğim şehir burası oldu. Tarihi yapıları, parkları, yeşillikleri ve temizliği ile dikkat çeken şehir, İran gezisinin olmazsa olmazlarından biri bana göre.

Nakş-ı Cihan Meydanı

İsfahan’daki ilk durağım şehrin kalbindeki Nakş-ı Cihan (Dünyanın süsü) Meydanı oldu. Pekin’deki Tiananmen Meydanı‘ndan sonra dünyanın ikinci büyük meydanı. Burası etrafındaki diğer önemli yapılarla beraber UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde bulunuyor. 512 metre uzunluğunda ve 163 metre genişliğindeki meydan, tamamlandığı tarih olan 1629’dan beri neredeyse hiç değişmemiş. 

Tarihte, Şah ve halkın buluşma merkezi olarak kullanılan meydan, spor müsabakaları ve Çogan oyunlarının oynanması, ticaret aktivitelerinin gerçekleşmesi, dini törenlerin yapılması, suçluların cezalandırılması gibi birçok olay ve etkinliğe ev sahipliği yapmış. Şehrin kültürel, politik ve toplumsal hayatına çok büyük izler bırakmış.

Devrimden sonra Humeyni meydanı ya da İmam Meydanı denmeye başlanmış. Ama halk arasında hâlâ Nakş-ı Cihan olarak kullanılıyor. Meydanın tamamı Şah Abbas’ın emri ile yapılmış ve İsfahan’ın kalbi olarak konumlandırılmış. Meydanın etrafında inşa ettirdiği üç eser ise İran’daki üç kuvveti temsil ediyormuş. Şah Cami, Şah Abbas önderliğindeki din adamlarını; Ali Kapı Sarayı Şah’ı; çarşı ise tüccarları.

Şah ya da İmam Cami, Nakş-ı Cihan Meydanı’nın güney tarafında yer alıyor. Safevi döneminde 1598’de I. Şah Abbas iktidarının 24. yıl dönümü vesilesiyle 1611’de yapılmış. Safevi dönemi mimarisinin en ihtişamlı örneği. Yapımı da tam 18 yıl sürmüş. Caminin her yeri şehrin sembolü haline gelmiş mükemmel mavi çinilerle kaplı.

Ali Kapı Sarayı, meydanın sembolik kapısı olarak Şah 1. Abbas tarafından 16. yüzyılın sonunda inşa edilmiş. 38 metre yükseklikteki saray aynı zamanda Şah’ın konutuymuş. Tüm meydana hâkim konumda olan sarayın balkonundan Şah, gösterileri, kutlamaları, törenleri ve at yarışlarını seyredermiş.

Meydandaki tarihi çarşı ise, Ortadoğu’nun en eski ve en büyük pazarlarından biri. Nakş-ı Cihan Meydanına bağlanan Kayseriye Kapısı nedeniyle, Kayseriye Pazarı da deniyor. Küçük kubbeli pasajlardan oluşan çarşının camiye yakın olan kısmı en az 1000 senelikmiş. Geri kalan tüm kısımlar 17.yüzyıl Şah Abbas döneminden kalmaymış. Safevi döneminin en büyük ve en lüks ticaret merkezi olan Büyük Çarşı, dar yollara, medreselere, han ve dükkanlara açılan bir labirent gibi.

Heşt Beheşt ve Çehel Sarayları

İsfahan’daki tarihi Heşt Beheşt Sarayı, Safevi döneminin son sultanlarının yaşadıkları görkemli saraylarından birisi. Süleyman Şah zamanında 1660’de yapılmış. Heşt Beheşt parkının içerisinde yer alıyor. 

Çehel Sütun Sarayı’nın yapımına ise Şah Abbas döneminde başlanmış ve II. Şah Abbas döneminde 1647’de tamamlanmış. Saray, 67.000 m2’lik bir alana yayılan Çehel Sütun bağının ortasında yer alıyor. Bahçesinde yüksek ağaçlar ve önünde büyük bir havuz dikkati çekiyor.

Burası Şah’ın büyük davetler verdiği, eğlenceler ve balolar düzenlediği, yabancı konuklarını ağırladığı yermiş. Sarayın da içinde bulunduğu ve aslında 9 küçük bahçenin bir araya gelmesiyle oluşan Çehel Sütun Bahçesi, meşhur İran bahçelerinin mükemmel bir örneği olması nedeniyle UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınmış.

 

Çehar Bağ Medresesi

Çehar Bağ Medresesi 1704-1714 yılları arasında yapılmış. Döneminde kervansaray olarak kullanılan bu yer şimdi Abbasi Otel olarak işletiliyor. Yeşillikler içerisinde güzel bir bahçesi var. Vaktiniz olursa ziyaret ederek bir kahve içip bu otantik mekânın tadını çıkarabilirsiniz.

Tarihi Siose Pol Köprüsü

Siose Pol (Farsça 33 ayaklı demek) köprüsü, kendisini ayakta tutan 33 sütun üzerine 1602’de inşa edilmiş. 300 metre uzunluğunda ve 14 metre genişliğinde olan köprü, I. Abbas’ın meşhur komutanı Allahverdi Han tarafından yaptırılmış. Günümüzde bu köprü araç trafiğine kapalı. Yalnızca yayalar kullanıyor. Çevresinde ise yemyeşil parklar var ve İran halkı burayı sosyalleşmek için kullanıyor.

 

Ermeni Mahallesi Yeni Culfa

İsfahan'da bulunan Ermeni mahallesi Yeni Culfa’nın tarihi 1. Şah Abbas dönemine kadar gidiyor. Ermenilerin ticaretteki, girişimcilikteki ve sanattaki becerilerini takdir eden Şah, onları İsfahan’a yerleştirmiş ve burada kendi ibadetlerini özgürce yapmalarına izin vermiş. Böylece İran’ın kuzey sınırındaki bir şehir olan Culfa’dan toplu halde gelen Ermeniler, İsfahan merkezin biraz dışındaki bu bölgeye yerleşmiş ve ismini de Yeni Culfa koymuşlar. Bir zamanlar bu mahallede 40.000‘nin üzerinde Ermeni yaşarken şu anda sadece 5.000 civarında kişi yaşıyor.

Çöl Gelini: Yezd

İsfahan'dan 4 saatlik otobüs yolculuğu sonrası Yezd şehrine geldim. Burası İran’ın en büyük 4. şehri. 7000 yıllık geçmişi ile dünyanın yaşayan en eski şehri. Lut Çölü ve Kevir Çölü tarafından çevrilmiş Yezd için “Çöl Gelini” denirmiş. 13. yüzyılda Marco Polo buradan geçtiğinde, seyahatnamesine “çok hoş, görkemli bir şehir ve ticaret merkezi” diye not düşmüş.

İki çöl arası zor ulaşılır konumu sayesinde Cengiz Han ve Timur‘un gazabından kurtulmayı başaran şehir, 14. ve 15. yüzyıllarda ipek, tekstil ve halı dokumacılığı ile gelişmiş. Muzafferiler döneminde başkent olmuş. İran’ın genelinde olduğu gibi Safevi dönemi sonrası düşüşe geçmiş ve merkeze uzak kalmış olsa da son Şah’ın demiryolu ağını Tahran’dan Yezd’e kadar uzatmasıyla tekrar eski günlerine dönmüş. Şehir aynı zamanda Zerdüştlük dininin İran’daki en önemli merkezi.

UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınan Yezd şehrinin, bu listeye girmesinde en büyük etken şüphesiz ki tarihi sokaklar. Sokak aralarında açılan kafeler ve butik otellerle birlikte turizm merkezi olmaya aday bir şehir.

Amir Çakmak Külliyesi

Külliye içerisinde bulunan Amir Çakmak Cami, 15. yüzyılda Timur İmparatorluğu döneminde Yezd Valisi Amir Çakmak tarafından inşa edilmiş.

Ayrıca, külliyenin bahçesinde yaklaşık 10 metre yüksekliğinde, ahşap yapılı ve palmiye şeklinde bir yapı var. İsmi “Nakhi”. İmam Hüseyin'in tabutunu sembolize ediyor. Aşure Günü’ne birkaç hafta kaldığında bu yapının süslenmesi başlıyormuş. Önce, bir yüzü küçüklü büyüklü aynalarla donanıyor. Bu aynaların İmam Hüseyin’in şehit edilmiş bedenini aydınlattığına inanılıyor. Daha sonra her yeri acı, üzüntü ve yas sembolü olarak siyah kumaşlarla kaplanıyormuş.

Sessizlik Kuleleri

Yezd'deki bir başka durağım, şehrin biraz dışında bulunan Sessizlik Kuleleri oldu. Peki ne anlama geliyor?

Zerdüştlükte hava, toprak ve su çok değerli. Zerdüştler, toprağın insan kalıntılarıyla kirlenmemesi gerektiğine inandıkları için ölülerini gömmüyorlarmış. Bunun için inşa ettikleri sessizlik kulelerine ölülerini bırakıyorlarmış. Yırtıcı kuşlar tarafından cesetleri yeniyor. Arta kalan kemikler 1 yıl sonra alınıp beton lahitlere konuluyormuş. Böylece toprakla temas yok. Bu kuleler 1979' dan sonra yasaklanmış. Şimdi İran’daki Zerdüştler normal mezara konuluyor.

Alt tarafta ise ayrı ayrı evler var. Kuleler şehir dışına yapıldığı için ölülerin yakınları buraya gelmek için saatlerce yürüyorlarmış. Sonrasında kalmak ve dinlenmek için her köy kendine ayrı ev yapmış ve buralarda hem kalıp hem de ibadetlerini yerine getiriyorlarmış.

         

Rüzgâr Kuleleri: Badgir

Rüzgâr kuleleri, çölün sıcak rüzgârından faydalanarak evler için kullanılan bir tür soğutma sistemi. Güney İran’da çokça görülen bu kulelere “Badgir” deniyor. Badgir, çölün sıcak rüzgârını belirli bir açıyla içeri alıp evin alt bölümlerine gelene kadar soğutan bir yüksek baca sistemi.

Rüzgâr kulesini daha yakından görmek için “Dowlat Abad Garden” adlı tarihi bahçeyi ziyaret ettim. 1747 yılında Kerim Han tarafından ev olarak inşa edilen yapıda bulunan 33 metre yüksekliğindeki dev “Badgir”, İran’da bulunan en yüksek rüzgâr kulesi olma özelliğini taşıyor. 

UNESCO tarafından koruma altına alınan yapı, güzel düzenlenmiş bir bahçenin içinde estetik bir binadan oluşuyor. Binanın içindeki olağanüstü güzellikte kafes işi kaplamalar ve renkli camlarla yapılmış dekorlar dikkat çekici. 

Bir Ülke Bir İnsan

Yeni yolculuklar yeni insanları tanımaya da vesile oluyor. İran seyahatimde çok fazla insanla tanıştım. Bunlardan biri Bolu’da üniversite öğrencisi olan adaşım Ali oldu. Kendisinin ilk yurt dışı gezisiymiş. Ben de gezi deneyimlerimi aktarmaya çalıştım kendisine. Daha sonra Kaşan’da Selman ve Ahmet adlı ikiz kardeşlerle tanıştım. Kendileri İran'ın büyük bölümünü gezmek için Konya'dan gelmişlerdi. Sonrasında İran’da farklı şehirlerde yollarımız yine kesişti.

Tanışmaktan memnun olduğum kişilerden biri de İranlı Sami kardeşim oldu. Ülkede kaldığım süre boyunca bana birçok konuda yardımcı oldu ve evimdeymiş gibi hissetmemi sağladı. Kendisi Gazi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği mezunu.Türkçesi de gayet güzel.

Bir Heykel Bir Diyalog

“Hacı abi sen bu kızı sakın okula göndermemezlik yapma! Baksana okumayı çok seviyor. Bizi bile duymuyor”

İran Mutfağı

İran da ülkemiz gibi zengin bir mutfak kültürüne sahip. Pilav, bizdeki gibi, ana yemeğin eşlikçisi. İran yemeklerini lezzetli kılan en önemli unsurlardan biri de kızıl altın olarak da bilinen safran bitkisi. Hemen her yemeğe katılıyor. Özellikle, İran mutfağının vazgeçilmezi olan safranlı pilavın çok lezzetli olduğunu söyleyebilirim. Yemeklere tat vermek amacıyla safran dışında zerdeçal, limon, tarçın ve maydanoz da tercih ediliyor. 

Çelo ve Cüce kebapları da popüler yemekler arasında. Çelo kebap, kemiksiz terbiye edilen kuzu filetosu, kıyma ve tavuk ile; Cüce kebap ise özel sos ile marine edilen terbiyeli tavuk göğsü ile yapılıyor. Her ikisini de tatma imkânım oldu. Safranın kullanılması ayrı bir lezzet katıyor gerçekten. Ayrıca bütün kebaplar safranlı pilav ve ızgara domates ile servis ediliyor.

Çorbaları ile de ünlü olan İran'da yoğurt çorbası sıkça tercih edilenler arasında. Un, ceviz, dereotu ve yoğurt ile yapılıyor. En meşhur çorbası Abgoosht ise kırmızı et ve nohutun kullanıldığı bir çorba. 

Tatlı olarak da çeşitlilik çok. Şerbetli ve sütlü tatlılar bulunuyor. Özellikle İran’ın güney bölgelerinde popüler olan Ranginak; ceviz, hurma ve tarçın gibi malzemelerden oluşuyor.  

İran’a Ne Zaman Gidilir?

İklim bakımından İran, birbirinden farklı bölgelerin bulunduğu bir ülke. İran’ın büyük kısmında kurak veya yarı-kurak kara iklimi hâkim olup Hazar Denizi kıyılarında ise yarı tropik iklim görülüyor.

Benim gezdiğim güneydeki şehirler, kışları daha ılıman yazları ise çok sıcak hava şartlarına sahip. Geçen eylül ayında gitmiştim ben. Güneye doğru indikçe her ne kadar sıcaklıklar artsa da çok fazla bunaltıcı sıcaklar yoktu. İran’a aşırı sıcakların olmadığı ilkbahar ya da sonbahar aylarında gitmenizi tavsiye ederim.

Film Önerisi

1997 yapımı “Cennetin Çocukları” filmi, kız kardeşinin ayakkabılarını kaybeden bir çocuğunun onları bulmak için verdiği mücadeleyi ele alıyor. İran sinemasının dikkat çekici yönetmenlerinden Majid Majidi, yoksul bir aileye sahip iki kardeşin aynı çift ayakkabıyı paylaşmasının öyküsünü anlatıyor. 

1999 yılı En İyi Yabancı Film Oscar'ı alan filmin IMDB puanı ise 8.2.

Günün Sözü

“Yolculuk bizi kendimize geri getirir.” – Albert Camus

******************

Bir sonraki yazıda İran’ın farklı şehirlerinde dolaşıp ülke ile ilgili izlenimlerimi aktarmaya devam edeceğim. Şimdilik hoşça kalın. Görüşmek üzere.