Geçen hafta konuşma, dil ve anlama dair yazımda sözü filozof Wittgenstein’a getirmiştim.

Onun hakkındaki yazımı ise özel ve güzel bir nedenle bu haftaya bıraktığımı ifade etmiştim.

Bu özel ve güzel neden de birkaç gün önce kutladığımız öğretmenler günü idi.

Alışılmış bir öğretmenler günü yazısı yerine bu tercihimin de elbette nedenleri var.

Wittgenstein, 20. yüzyılın düşünsel iklimini derinden etkileyen en önemli filozoflardan biri.

Ancak dil ve felsefeyle ilgilenenler dışında onu çok kimsenin tanımadığının farkındayım.

Benim de bu özel gün yazısında onun dil ve din felsefesinden söz etme niyetim yok.

Bu derin alanları da gelecek haftaya bırakıp Wittgenstein’ı tanıtarak konuya gireyim.

Onu böyle bir yazının konusu olarak seçme nedenimi de yazımın sonunda açıklayacağım.

* * *

Ludwig Wittgenstein, Avusturya’nın başkenti Viyana’da 26 Nisan 1889’da doğar.

Avusturya’nın en zenginlerinden Karl Wittgenstein’ın en küçük oğludur.

Kökenleri Yahudidir ancak birkaç kuşak önce Hıristiyan olmuşlardır.

Sarı saçları, mavi gözleri ile Yahudi’den çok Alman’a benzemektedir.

Avrupa’nın sayılı zenginlerinden Wittgenstein ailesi görkemli bir yaşam sürmektedir.

Wittgenstein Sarayı diye bilinen mermer merdivenli olağanüstü güzellikte bir evleri vardır.

Besteci Brahms, nörolog Freud ve ressam Klimt gibi ünlü isimler aileyle yakın bağlantılıdır.

Babası, Avusturya-Macar çelik sanayinin lideridir ve son derece güçlü bir kişiliğe sahiptir.

Ancak bu güçlü kişilik yapısı, beş oğlu ve üç kızıyla yaşadığı gergin ilişkinin de nedenidir.

Kendi işini devam ettirmeleri için baskıcı tutumu sonucu üç ağabeyi intihar eder.

Otizmin bir türü asperger sendromundan muzdarip Ludwig’in de benzer eğilimleri vardır.

* * *

Babasının 1913’de ölümünden sonra, kendisine kalan miras 300.000 kronu bulmaktadır.

Ancak Wittgenstein görkemli hayatına yüz çevirip yoksunluğu, yalnızlığı ve çileyi seçer.

Norveç fiyordlarından birindeki tahta kulübesinde inzivaya çekilerek sürgün hayatı yaşar.

Bir türlü intihar edemeyince ölebilmek için 1914’te Avusturya ordusuna gönüllü yazılır.

Ama cesurca girdiği çarpışmalar ona ölüm değil kahramanlık madalyaları getirir.

Hiç alıntısız tek doktora tezi olan ve önce kabul edilmeyen Tractatus’u siperlerde kaleme alır.

Hayattayken yayımlanan bu tek kitabında felsefenin tüm sorunlarını çözdüğüne inanmıştır.

* * *

Savaştan döndüğünde artık Avrupa’nın en zengin birkaç adamından biridir.

Babasının müthiş öngörüyle savaş öncesi Amerikan tahvillerine yatırdığı serveti katlanmıştır.

Ama o mirasın üçte birini para sıkıntısı çeken sanatçılara, geri kalanı kardeşlerine verir.

Para yerine ömrünün kalan kısmında köy okullarında öğretmenlik yapmayı seçer.

Halk okulu öğretmeni olarak Avusturya’nın ücra köylerine çekilir ve 1926’ya kadar çalışır.

Her sabah ilk iki saati matematiğe ayırır ancak işler hiç de istediği gibi gitmez.

Özellikle ön sıralara oturttuğu kızlar anlattıklarını anlamayınca öfkeden çıldırır.

Bir kilometrenin kaç metre ettiğini bilemediği için ufacık çocukların kulağına yumruk atar.

Başlarda kendisini seven köylüler çocuklarına hayvan gibi davranan Wittgenstein’ı istemez.

Çocuklardan biri fenalaşıp doktora götürülünce öğretmenlik günlerinin sonu gelir ve kaçar.

* * *

Kısa bir süre sonra kendini Viyana yakınlarında bir manastırda bahçıvanlık yaparken bulur.

Ardından 1929'da, Cambridge’e dönerek sıra dışı bir öğretim görevi üstlenir.

Konuşmak için uygun sözleri beklediği dersleri bazen hiçbir şey söylemeden biter.

Ders notlarından nefret etmekte, “Ceset onlar” demekte ve hızla efsaneye dönüşmektedir.

Öğrencilerine başka felsefecilerin kitaplarını okumamalarını ve okulu bırakmayı önerir.

İngiliz vatandaşlığını alır ve İkinci Dünya Savaşında Londra’da bir hastanede gönüllü olur.

Cambridge’de 1947’de son dersini vererek öğretim üyeliğinden ayrılır.

Sonra İrlanda’da inzivaya çekilerek ikinci eseri Felsefi Soruşturmalar’ı bitirir.

Felsefî Soruşturmalar’da yeni bir felsefî yöntem ve lisan anlayışı geliştirir.

Altmış ikinci yaşına bastıktan üç gün sonra, 29 Nisan 1951 günü doktorunun evinde ölür.

Wittgenstein’ın son sözlerinden biri şudur: “Söyleyin onlara, harika bir hayatım oldu…”

* * *

Yazımın başında Wittgenstein’ın doğum gününü ve yerini özellikle belirttim.

Zira yazımın bu noktasından itibaren belirginleşecek teması açısından önem taşıyor.

Ondan 6 gün önce Yukarı Avusturya'nın Braunau kasabasında Adolf Hitler doğmuştur.

Yakın tarihli bu iki doğum hem kendi kaderlerini hem de dünyanın kaderini belirler.

İkisi de bir yıl süreyle aynı okula giderler ki kader de ağlarını bu okulda örmeye başlar.

Sonradan adı Realschule olan bu okul Linz’deki Fadingerstrasse Bundelsrealgymnasium’dur.

Avustralyalı yazar Kimberley Cornish, Linz Yahudisi adlı kitabında bu yılları anlatır.

Hitler’in Yahudi düşmanlığının ve tarihin en büyük soykırımının nedenlerini bu yıllarda arar.

Bu kinin temellerinin, Wittgenstein’la 1904’te Linz’deki karşılaşmasıyla atıldığını ileri sürer.

Hitler de otobiyografik kitabı Kavgam’da, Cornish’in bu iddiasını doğrular.

Yahudi düşmanlığının, okul yıllarında yaşadığı kişisel bir olay sonucu ortaya çıktığını söyler.

Hitler’in kayıtlara geçen ilk Yahudi karşıtı sözü “Seni domuz Yahudi!” bu okulda söylenir.

Sözünü ettiği Yahudi öğrenci Ludwig Wittgenstein’dan başkası değildir.

* * *

Aşağıdaki fotoğrafın hepimizin ilkokulda çektirdiği benzerlerinden hiçbir farkı yok.

Bu fotoğrafı bazı derslerimde öğrencilerimle özellikle paylaşıp bir tartışma başlatırım.

Malum tarih kitaplarında 1. Dünya Savaşının küçük bir kıvılcımla parladığı iddia edilir.

Bir Sırp gencinin Avusturya-Macaristan krallığı prensine yaptığı suikastle başladı denir.

Ben de benzer bir yaklaşımla 2. Dünya Savaşının çıkışına ilişkin iddiayı ortaya atarım.

Hitler’le Wittgenstein’ın tipik ilkokul kıskançlığından çıkmış olabileceğini ileri sürerim.

Ve doğal olarak ardından şu düşündürücü soruyu sorarak cevapları beklerim:

“Acaba fotoğraftaki öğretmen bu kıskançlığı fark edip giderme yoluna gitseydi ne olurdu?”

Ya siz Wittgenstein ve Hitler’in öğretmeni olup bu kıskançlığı fark etseniz ne yapardınız?

* * *

Geçmiş öğretmenler gününü kutlayıp eğitime dair iki anlamlı söz ile yazımı bitireyim.

“Bir yangını söndürmek istiyorsanız, hortumu alevlerin üstüne değil dibine tutmalısınız.”

“Öğretmenin hata yapmaya hakkı yoktur. Doktor hata yaparsa hastası, öğretmen hata yaparsa toplum ölür.”