"Domenico'nun Tiradı" Bir Delinin Haykırışı…

Nostalji: İnsanın kendi içiyle irtibat kurmasıdır. İnsanın kendi özüne yönelik hasretidir. Varsa bu öz, insanın özü işte bunun arayışıdır, ona duyulan özlemidir. Öz, herkesin kendi yaşamı, hissi, içidir, kendisidir. Belirli, belirlenen, bize sunulan bir öz yoktur. Herkes kendi özünü bulacaktır. Bu insanın özgürlüğüdür.

Andrei tanınmış Rus şairidir. 18. yüzyılda yaşamış, Bolonya’da (İtalya) eğitim görmüş Rus müzisyen Sosnovsky’nin hayatını ve intihar edişini araştırmak için İtalya’ya gelir. İtalyan tercümanı Eugenia ile birlikte Toskana’ya giderler. Andrei’nin bu seyahati giderek içsel bir yolculuğa dönüşür. İçinde mistik bir aydınlanmayı yaşar. Onu aydınlatan, evini yakmış ve ailesinden ayrılmış bir meczup olan Domenico’dur. Domenico filmin finalinde şehir meydanında, tiradını söyler (Bir Delinin Haykırışı) ve kendisini yakar. Andrei ise Domenico’ya verdiği sözü tutarak, elindeki mumu nehrin karşısına yakarak geçer. 

Sisli bir sabah, Andrei ile Eugen’a, muhteşem bir resmin içendedirler adeta. Eugenia bu manzarayı ilk gördüğünde ağladığını söyler. Işık ona Moskova’da sonbaharı hatırlatır. Andrei ise bu hasta edecek kadar güzel görüntüleri görmekten yorulduğunu belirtir. 

Müzisyen Sosnovsky, Rusya’ya dönmüş, içmeye başlamıştır ve sonunda da intihar etmiştir. Bir Rus köleye aşık olmuş ve onun uğruna ölmüştür.  

Domenico (meczup-deli) ile karşılaşırlar. Andrei, “O deli değil, inancı var. Onlar sorun çıkarıcı ve münasebetsiz. Onları anlamayı reddediyoruz. Onlar yalnız. Ama gerçeğe kesinlikle daha yakınlar” der. 

Domenico: “Bir damla, bir damla daha, büyük bir damla yapar, iki tane değil” der.  

“Bencillik yaptım. Ailemi kurtarmak istedim. Herkes kurtarılmalı, bütün dünya. Mumu görüyor musunuz? Yanan bir mum ile suyu geçiyorsunuz. Ve bağırıyorlar, sen delisin diye.  Yardım et bana…” Domenico, Andrei’den yardım ister.  Mumu verir, nehri mum yanarken geçmesini söyler.

Domenico harabe bir yerde yaşar. Duvarda “1+1=1” yazısı vardır. Bu yazı daha önce söylediği, “bir damla, bir damla daha, büyük bir damla yapar, iki tane değil” sözlerinin bir yansımasıdır. Köpeğini arar (Zoe). Tedirgin olur. Tavandan sular akıyor, yağmur yağıyor. Kamera pencereye yaklaşır. Pencereler açık, rüzgarda perdeler savruluyor, yağmur giriyor. Yalnız olmaktan korkar. Ağlamaklıdır.  

Tarkovsky’nin babası Arseni Tarkovsky bir şairdir. Filmde onun bazı şiirleri okunur.

Şafakta erimiş balmumu topla ve içinde kime yas tutacağını, neyden gurur duyulacağını oku. Nasıl, zevkin son parçasını bağışlayarak hafifçe ölmeyi ve geçici bir çatının korumasında ölümden sonra yeniden alevlenmeyi, bir kelime gibi. 

Domenico’nun monoloğu duyulur: “Neden bunu düşünmem gerekiyor? Yeterince endişem var. Tanrım, bunu neden yaptım? Onlar benim çocuklarım, ailem, kendi etim ve kanım. Nasıl yapabildim? Güneşi görmemek yıllar boyu, gün ışığından korkmak. Neden? Neden bu trajedi?” Andrei bir dolabın kapağını açar, açtığında Domenico görünür. Hızla kapatır ve kendi görünür dolabın aynasında. Ona ayna, bir nevi aydınlatıcı, rehber olmuştur. 

Roma’ya gelirler. Domenico da gelmiştir. 3 gündür bir konuşma hazırlıyordur. Filmin finalinde sözlerini kent meydanında, bir heykelin üzerinde söyler: 

"Domenico'nun Tiradı" Bir Delinin Haykırışı

İçimde hangi atam konuşuyor?

Hem aklımda hem de bedenimde aynı anda yaşayamam.

Bu yüzden tek kişi olamıyorum.

Kendimi aynı anda sayısız şey olarak hissedebiliyorum.

Çağımızın gerçek hastalığı, artık büyük ustaların olmayışıdır.

Kalplerimize giden yollar gölgelerle kaplanmış;

Yararsız görünen seslere kulak vermeliyiz;

Okul duvarları, asfalt ve refah reklamlarının uzun kanalizasyon boruları ile dolu beyinlere böceklerin vızıltıları girmeli.

her birimizin gözlerini ve kulaklarını büyük bir rüyanın başlangıcı olan şeylerle doldurmalıyız.

birisi piramitleri yapacağımızı haykırmalı.

yapmamamızın bir önemi yok!

o isteği beslemeliyiz..

ve ruhun köşelerini uçsuz bucaksız bir çarşaf gibi esnetmeliyiz;

dünyanın ilerlemesini istiyorsanız, el ele vermeliyiz.

sözüm ona sağlıklıları, sözüm ona hastalarla karıştırmalıyız.

siz, sağlıklı olanlar, sağlığınız ne anlama gelir?

insanoğlunun bütün gözleri, içine daldığımız kocaman çukura bakıyor.

özgürlük faydasızdır; eğer gözlerimizin içine bakmaya, bizimle yemeye, bizimle içmeye, bizimle uyumaya cesaretiniz yoksa!

dünyayı yıkımın eşiğine getirenler, sözüm ona sağlıklı olanlardır.

insanoğlu dinle!

senin içinde su, ateş

ve sonra kül

ve külün içindeki kemikler!

kemikler ve küller!

gerçekliğin içinde veya

hayalimde değilken, ben neredeyim?

işte yeni anlaşmam:

geceleri güneşli olmalı…

ve ağustos da karlı.

büyük şeyler sona erer…

küçük şeyler baki kalır.

toplum böylesine parçalanmaktansa

yeniden bir araya gelmeli.

sadece doğaya bak

hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin.

bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz…

yanlış tarafa döndüğümüz noktaya.

hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz;

suları kirletmeden…

deli bir adam, size

kendinizden utanmanızı söylüyorsa;

ne biçim bir dünyadır burası!

şimdi müzik

(teyp tutukluk yapar)

müzik!

ah… anne!

başının etrafında dolaşan

ve sen güldükçe berraklaşan

o hafif şey havaymış.

Bu sözlerin arkasından kendini yakar. Zoe, Zoe (köpeğinin adı) diye bağırır. 

Andrei elindeki mumu yakar. Yürür fakat söner. Tekrar dener ve mumu yanarken nehri geçer. Domenico’ya verdiği sözü tutar.

Dücane Cündioğlu’nun bir söyleşisinden: “Aklın yokluğuna delilik diyoruz.  Muhayyile aklın yokluğu halinde devreye giren bir insan yetisidir. Akıl faaliyetteyken muhayyile çalışmaz. Sanat muhayyile kökeninde temellenir, işler, sezgi ile işler, bilim akıl temelinde. Sanat, sinema ancak aklın yokluğu ile görülen şeyleri bize gösterebilir. Din ve sanat anlar ama açıklayamaz. Bir sanatçıdan açıklama beklenemez, dindardan da, mistikten de. Açıklama bilim ve felsefenin işidir. Anlama, din ve sanatın.”

“Nostalji, insanın kendi özüne yönelik hasretidir” demiştik. 

Hasretimiz hiç bitmesin…