“Hayat nefestir, hayat iç çekiştir.”

Marjane Satrapi’nin “Azrail’i Beklerken” romanı, İran’da büyük bir müzisyen olan Nasır Ali Khan’ın, enstrümanı kırıldıktan sonra çalmaya değer yeni bir tanesini bulamadığı için bunalıma girerek yatağına uzanıp ölümü beklediği günleri anlatıyor. Roman 2011 yılında Vincent Paronnaud, Marjane Satrapi tarafından sinemaya da uyarlanır. 

Filmde müzisyen ile ustası arasında şöyle bir diyalog geçer:

Ustası Agha Mozaffer: Tekniğin hakkında söyleyecek bir şeyim yok, mükemmel. Ama müziğin rezalet. 

Nasser Ali Khan: Ama usta!

Ustası Agha Mozaffer: Teknik önemli değil. Önemli olan sanat. Çünkü sanat sayesinde hayatı anlarız. Alet sadece ışığın dışarı çıkmasını sağlar. Parmakların hareket eder. Ses çıkar. Ama boştur. Çoraktır. Hiçtir. Hayat nefestir, hayat iç çekiştir. Elde etmen gereken bir iç çekiştir.

Nasser Ali Khan bir süre sonra tekrar çalar. Ustası ona kendi kemanını verir. – “Görüyorsun ya evladım, şu andan itibaren kaybettiğin aşkın çaldığın her notada var olacak. Senin nefesin ve iç çekişin olacak. Bu aşk değerli, çünkü ebedi. Git artık, sana öğretecek bir şeyim kalmadı” der. 

Müzikteki teknik başka bir şey, onu gerçekten hissederek yorumlamak, kendi ruhunu vermek başka bir şey. Teknik mükemmel olabilir. Fakat o zaman insan, onun düşleri, hisleri, sezgileri nerede kalır? Asıl olan ruhu, duyguyu içine çekmek ve o nefesi soluyabilmek. 

Buna benzer bir anlatımı İhsan Oktay Anar’ın “Suskunlar” romanında görüyoruz: Kirkor: “Asım’ın musikisi de bir garipti. Nasıl söylemeli, sanki kanunuyla aynı anda iki farklı nağme çalmaktaydı. Bu nağmeler ancak bir üstadın eseri olabilirdi. Ne var ki musikisinde ruh olmadığını söylerler.” Bağdasar hemen atıldı: “Evet! Neyzen Batın’da biliyor ki, ustacaydı ama ruh yoktu. Kanunla yapabildiği sadece ve sadece hesap ve cambazlıktı.” 

Pascal Quignard’ın ünlü yapıtı “Dünyanın Bütün Sabahları” müzikteki ruhu ve tutkuyu ustaca anlatan bir romandır. Aynı zamanda sinemaya da uyarlanmıştır.

Colombe, “benim için sanattan da önemli bir şey var, parmaklardan da önemli, kulaktan da önemli, buluşlardan da önemli: Sürdüğüm tutkulu yaşamdır o.” Colombe bu sözlerle kendi yaşamını ve müzik felsefesini, bakış açısını ortaya koyuyor. Müziğin nerede üretildiğinin, yapıldığının bir anlamı yok. Önemli olan yaşamın da müziğin de felsefesi, ruhu, içindeki derinliği, yaşama tutkusu…

Colombe ile eski öğrencisi Marais arasında şöyle bir diyalog geçer:

Colombe: Kimdir o gecenin sessizliğinde iç çeken?

Marais: Saraylardan kaçıp müziği arayan biri. 

Colombe: Müzikte ne arıyorsunuz Mösyö?

Marais: Özlemlerle gözyaşlarını arıyorum. 

Colombe: Müziğin varoluş nedeni sözün söylemediği şeyi söylemek. Bu yüzden tam anlamıyla insana özgü değildir… Hele atın kendinizi ateşe. Dilin sırt çevirdikleri için küçük bir çeşme. Çocukların gölgesi için. Ayakkabıcıların çekiç darbeleri için. Çocukluktan önceki haller için. O soluksuz olduğumuz zamanlar. O ışıksız olduğumuz zamanlar. Colombe, kendi yaşama, sanat ve müzik anlayışını, felsefesini bu sözlerle anlatır. Burada insanın varlığı, varoluş çabasını ve yaşam anlayışını görüyoruz.

Kitabı okurken Colombe ile Tanburi Cemil Bey arasında ilginç bir benzerlik dikkatimi çekti:  Colombe bahçesine bir kulübe yaptırır ve orada yaşar. Cemil Bey de evinin bahçesine uzletgah adını verdiği bir kulübe yapar ve orada yaşamını sürdürür. Sanatçı yalnızdır. İçindeki derinliği dışa vurması için her şeyden uzaklaşır. İçine döner, gömülür, orada kendini, ruhunu, evrenin ritmini, anlamını arar. 

Aşkı arar… ve o aşkın nefesini, ruhunu dinler, içini çeker sessizce…