Türkiye Cumhuriyeti’nin 95. yılını coşkuyla kutladığımız bugünlerde, maalesef balık hafızalı insanlar olarak unutmamamız gereken üzerinde yaşadığımız topraklarda demokrasi ve cumhuriyet düşüncesinin gelişimini ana hatlarıyla ele almak istedim.

Haliyle bu haftaki yazım kaçınılmaz olarak, ıslahat hareketlerinin hız kazandığı dönemden cumhuriyetin ilanına kadar kabaca 150 yılı bulan demokratikleşme serüvenimizi kısaca anlatmaya çalışacağım bir tarih dersi niteliğinde olacak.

Her ne kadar 18. yüzyılın başına kadar uzansa da özellikle son çeyreğiyle başlayan Osmanlı İmparatorluğu’nda Islahat Dönemi, Batılılaşma hareketlerinin yer aldığı bir zaman aralığıydı ve Batılılaşma ya da çağdaşlaşma ile özünde kapitalistleşmek arzulanıyordu.

Osmanlı İmparatorluğu’nda da Türkiye Cumhuriyeti’nde de anayasal gelişmelerin temelinde Batı Avrupa burjuvazisindeki gibi önce egemenliği paylaşmak, sonra da devir almak amacı vardı.

19. yüzyılın ilk üç çeyreğinde yönetim ve toplumda, demokratikleşme hareketinin hazırlayıcısı olarak kabul edilebilecek bir dizi devinim görüldü ki bu devinimler Batı kurumlarının, değerlerinin ve bunlara paralel özlemlerin topluma yerleştirilmesine yönelikti.

Bu kapsamda yasal çerçeveyi oluşturan dönüşümler ve Osmanlı aydınının demokratik hak ve özgürlükler doğrultusunda ilerici mücadelesi öne çıkarken anayasa oluşumuna yönelik ve egemenliğin paylaşımını içeren dönüşümler şöyle gerçekleşti:

Şer’i Hüccet (Şer’i sözleşme) (1807); Padişah IV. Mustafa’nın tahta çıkışında, Nizamı Cedit’in kaldırılması sırasında, Sultan ile kulları arasında kurulacak yeni ilişkilerin ana koşullarını belirleyen ve Sultan’ın, kullarına bazı ciddi sözler verdiği bir nevi ant idi.

Sened-i İttifak (1808); âyan, derebeyi ve beylerin yetki ve hakları ile merkezi hükümet arasındaki ilişkileri belirlemek amacıyla imzalanan ve Osmanlı padişahının egemenliğinin paylaşılabileceğini belgeleyen bir senetti.

Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e (1839-1908)

Tanzimat Bildirgesi (1839); Padişahın kendi egemenlik hakkını sınırlaması; kişiye bağlı can, mal ve onur korurluğu haklarının yasal düzenlemelere bağlanması ile yürütmenin “Mevad-ı Esasiye” ilkeleri uyarınca düzenlenecek yasalarla çalışmasına dayanıyordu.

Tanzimat bildirgesiyle vaat edilen reformların gerçekleşmemesi nedeniyle Batı Avrupa ülkelerinin yaptığı baskılar sonucu 1856’da bir dizi somut tedbir içeren ve dışa bağımlılığı daha da artıran Islahat Fermanı yayımlandı.

Büyük toprak sahipliğini destekleyen Arazi Yasası (1858), yerel yönetime dönüştüren il yasaları, yabancıların Osmanlı ülkesinde toprak sahibi olmaları (1858), Deniz Ticaret Yasası (1864), Ticaret Muhakemeleri Nizamnamesi (1862) diğer yasal dönüşümlerdi.

Tanzimat’tan beri süregelen dönüşümlerin etkisiyle burjuva toplumlarına özgü liberal düşünceleri yakından tanımaya başlayan asker-sivil aydınlar, “Yeni Osmanlılar Hareketi” ile meşrutiyet hareketinin öncülüğünü yaptı.

Şinasi’nin 27 Haziran 1862’de “Tasvir-i Efkâr” gazetesini çıkarmasıyla başlayan ve daha sonra dernekleşen hareket 1867 baharında Abdülaziz’e yönelik olarak kaleme alınan açık mektupla meşrutiyetin ilanını önerdi.

            Şartlı hükümdarlık ve anayasa kavramı 1870’li yıllarda açıkça tartışılmaya başlanması ile birlikte 31 Ağustos 1876’da meşrutiyeti ve anayasayı kabul eden veliaht Abdülhamit’in tahta geçmesi sonrası 23 Aralık 1876’da birinci anayasa imzalandı.

            Anayasanın ilanından sonra Meclisi Mebusan, 19 Mart-28 Haziran 1877 tarihleri arasında birinci dönem, 13 Aralık 1877-14 Şubat 1878 tarihleri arasında ikinci dönem olarak toplantılarını yaptı.

Padişahın, 13 Şubat 1878 tarihinde Meclis çalışmalarına ara verildiğini bildirmesi ile Birinci meşrutiyet sona erdi, anayasa otuz yıllık bir süre için buzdolabına kaldırıldı ve baskı yönetimi başladı.

II. Meşrutiyet Dönemi (1908-1918)

II. Abdülhamit’in 33 yıl süren baskı yönetimi sürecinde ülkeyi, onun zulmünden ve baskısından kurtarmak isteyen aydınlar, meşrutiyeti yeniden kurmak için gizli gizli çalışmaya başladılar ve İttihat ve Terakki adında siyasal bir dernek kurdular.

1789 Fransız Devrimi’nden esinlenen İttihat ve Terakki Derneği Abdülhamit’e meşrutiyeti zorla ilan ettirmeye karar verdi ve 24 Temmuz 1908’de Jön Türkler, sınıfı olmayan, burjuva devrimini gerçekleştirmiş ve hürriyet (İkinci Meşrutiyet) ilan edilmiş oldu.

Yeni Meclisi Mebusan 17 Aralık 1908’de açıldı ve birinci dönem çalışmalarının sona erdiği 27 Ağustos 1909’a kadar çeşitli konularda ıslahat karakterinde kanunların çıkartılmasına yönelik yasama çalışmalarını sürdürdü.

Meclisin açılmasından bir süre sonra İttihat ve Terakki Derneği’nin muhalifleri oluşturduğu tutucu “Ahrar” grubu 31 Mart (13 Nisan) 1909 sabahı Meclisi Mebusan’ın kapısını tutarak isyan çıkarınca hükümet bu durum karşısında istifa etmek zorunda kaldı.

            İsyan haberi duyulunca komutanı Mahmut Şevket Paşa ve Kurmay Başkanı Mustafa Kemal (Atatürk) Bey olan “Harekat Ordusu” duruma el koydu ve V. Mehmet Reşat padişah ilan edilirken II. Abdülhamit tutuklanarak Selanik’e gönderildi.

            23 Ocak 1913 günü Babı Âli Baskını denilen hükümet darbesi ile İttihat ve Terakki Partisi’nin önde gelen kişileri Talat ve Enver Beyler, 30-40 kişilik bir grupla başbakanlığı bastı ve Kamil Paşayı zorla istifa ettirip yerine Mahmut Şevket Paşayı getirdiler.

Çok kısa süren II. Meşrutiyet döneminde pek çok savaş kaybeden Osmanlı İmparatorluğu altıyüz yıl süren tarihi devrini doldururken Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya geçti ve milli mücadelenin önderi oldu.

Milli Mücadele Dönemi (1919-1920)

Halkı, dağınık cemiyetleri ve silahlı kuvvetleri bir araya toplayan Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Kurtuluş Ordusu’nun temellerini atarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı ve Milli Bağımsızlık Savaşı’nı başlattı.

            Samsun’da bir hafta çalışmalarını sürdüren Mustafa Kemal Paşa, 25 Mayıs 1919’da Havza’ya gelerek ülkenin durumunu halka açıkladı, ordu komutanları ve mülki amirlerle görüşmeler yaptı, yayımladığı bildirilerle tehlikeye karşı ulusu kurtuluş hedefine yönlendirdi.

            Havza’dan hareket eden Mustafa Kemal Paşa, 12 Haziran 1919’da Amasya’ya gelerek milli bağımsızlık savaşında ilk önemli adımın atılmasına olanak sağladı ve ünlü Amasya Genelgesi 21-22 Haziran 1919’da yayımlandı.

            Doğu Anadolu’nun yazgısını görüşmek üzere toplanan ve başkanlığına Mustafa Kemal Paşa’nın seçildiği Erzurum Kongresi ilk toplantısını 23 Temmuz 1919’da yaparken memleketin bütününü ilgilendiren sorunlar ve Milli Mücadele hakkında kararlar aldı.

            Sivas’ta 4 Eylül 1919 günü toplanan kongrede Milli Misak’ın esasları kabul edilirken Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği’nin Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa, 11 Eylül 1919’dan itibaren milli hükümetin lideri oldu.

            İstanbul’da toplanan Meclis-i Mebusan 12 Ocak 1920’de açıldı ancak 16 Mart’ta İstanbul’u resmen işgal eden İngiliz askerleri 18 Mart’ta toplantı halinde olan Meclis-i Mebusan’ı basıp milletvekillerini tutukladı ve Meclis-i Mebusan zorla kapatıldı.

            Mustafa Kemal Paşa, 19 Mart 1920’de ulusun yeniden seçeceği temsilcilerle, İstanbul’daki meclis üyelerinin Anadolu’ya geçebilecek olanlarından meydana gelecek yeni ulusal meclisin, ulusun bağımsızlığına ilişkin kararları alacağını ve uygulayacağını bildirdi.

            22 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın yayımladığı bir genelge ile Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan’da Ankara’da açılıp görevine başlayacağı, o günden itibaren milleti temsil yetkisinin bu meclise ait olacağı, bütün millete, askeri ve mülki makamlara bildirildi.

            Ankara’da 23 Nisan 1920’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile birlikte yeni ve demokratik bir devletin temelleri atıldı ve Türk Ulusunun demokratikleşme tarihinde yeni bir dönem başladı.

Bağımsızlık Savaşından Cumhuriyet’e (1920-1923)

Padişah ve Damat Ferit Hükümeti’nin etki ve telkiniyle gerici güçler işgalci düşmanlarla birleşmiş, İstanbul’daki sıkıyönetim 4 Mayıs 1920 tarihinde, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının resmi rütbe ve nişanlarının alınarak idam edilmelerine karar verdi.

Halifenin ve Şeyhülislam’ın imzalarını taşıyan, gizli ajanlar ve düşman uçaklarıyla Anadolu halkının üstüne yağdırılan fetvaların ortaya çıkardığı iç isyanlar, 1920 yılının ilk yarısında, Batı Anadolu’nun bir kısım yörelerini savaş alanı haline getirdi.

            Ankara’da açılıp çalışmalarına başlayan Büyük Millet Meclisi’nin kurduğu düzenli ordu ile Ermenilere karşı yapılan savaş, 1. ve 2. İnönü ile Sakarya Meydan Muharebeleri ve sonrasında Büyük Zafer kazanılarak 3 Kasım 1922’de Mudanya Ateşkes Anlaşması yapıldı.

            Saltanatın kaldırılmasına yönelik yasa önerisi onaydan geçerek 1 Kasım 1922’de yasalaşınca 17 Kasım 1922’de Osmanlı Devleti’nin son padişahı olan VI. Mehmet Vahdettin İngilizlere sığınarak ülkeyi terk etti.

Tarafsız bir ülkenin kenti olarak Lozan’da 20 Kasım 1922 tarihinde başlayan barış görüşmeleri kesintili olarak sekiz ay gibi uzun bir süre devam ettikten sonra 24 Temmuz 1923’te imza edilerek Türkiye ile Batı devletlerinin ilişkileri yeni baştan düzenlendi.

            28 Ekim 1923 akşamına kadar hükümet kurulamayınca Gazi Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşa, anayasanın birinci maddesine “Türkiye Devleti’nin hükümet şekli Cumhuriyettir.” cümlesini eklediler ve ertesi gün Meclis toplanarak cumhuriyetin ilanı kabul edildi.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, yeni Türk Devletinin ilk Cumhurbaşkanı olurken Türk ulusu yaklaşık 150 yıl süren bir demokratikleşme çabası sonrası monarşiden meşrutiyete ve en sonunda cumhuriyet ile temsili demokrasiye geçerek kendi yönetimini kurmuş oldu.

Cumhuriyetten bugüne demokrasi serüvenimiz bir başka yazının konusu olacak kadar geniş boyutlu ve çok önemli. Bu yazımı tamamlaması amacıyla 1923-2018 arası demokrasi tarihimizi ele alacağım gelecek haftaki yazımda buluşabilmek ümidiyle hoşça kalın.